12: Ölü Kurt, Kalkta Yatağına Yat

274 32 3
                                    

Bitti mi dediğimizde aslında her şey yeniden başlar. Yol uzar ve hayallerimizden biraz daha uzaklaşırız.
Ölmek istemiyorum dediğim her gece bana bir şans verildiğini biliyordum. O günlerde ölmek istemiştim ama ağzımdan 'ölmek istemiyorum' çıkmıştı. En çok o zamanlar ölmek istemiştim. Ellerimden tuttu Kunter, gözlerime bakarak konuştu. "Bunları yaşamadım Kunt, ama anlarım seni. Sakin ol, derin nefes al. Yanında sana destek olacak insanlar var. Baban var, annen, kardeşlerin var Kunt. Belki seni başta hiç umursamadık, sevmedik ama bunların değişmesi uzun sürmez. Kendine gel, güçlüsün sen." Dedi. Gözlerim ona kitlendi, dudaklarım titredi. Neredeydi o nefret dolu gözler, nefret dolu sözler? "Geri açılın herkes dışarı çıksın. Esir, kapıyı kitle yanıma gel." Diğerlerini odadan çıkartırken kapının ardından gelen sesleri duydum. Sonra odada sadece ben, Esir ve Kunter kaldı. İkili tam önüme eğilmiş beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı. "Kunter." Dediğimde ellerimi tuttu. "Söyle Kunt?" Dedi. "Acıyor." Dediğimde telaşla ellerimi sıktı. "Neresi acıyor, söyle bana?" Dediğinde kendime zarar verdiğimi düşünüyor olmalıydı. Ellerimi tişörtümün eteklerine getirterek tişörtü üstümden çıkardım. Kunter ve Esir vücuduma göz gezdirdi. Sonra ise o yara izini gördüler. "Arkanı dön Kunt." Dedi Esir. İkiletmeden arkamı döndüm. Kunter'in küfür edişini duydum. "Acıyordu, çok acıyordu. Biliyor musunuz, o gün öleceğimi sandım. Ama ölmemiştim." Derin bir nefes aldım. Hiç bir şey hissetmiyordum, ne hissedecektim zaten?

"Sırtıma unutulmaz bir iz bıraktı. 14, o gün olduğum yaştı. Salih'in bulaştığı bir kaç adamdı. Borcunu ödeyememiş, sonra beni onlara vermiş. Birde okulda bir çocuk ile konuşmuştum, o çocukla atıştığım için müdürlük olmuştum sonra ise Salih borçlularına beni vermiş. Okuldan dönerken, beni aldılar. 22 gün Kunter, 22 gün ölmek istemedim. 23. Gün, nasıl ölmek istediğimi hatırlıyorum. Sırtıma kendi yaşım kazınırken, nasıl çığlıklar attığımı hatırlıyorum. O his nasıl biliyor musun, acı verici. Öyle acı verici ki, insan ölmek için yalvarıyor. Acıdan bayılmadım, bir ilaç verdiler. O acıyı ilmek ilmek ruhuma işledim. O gün videomu çektiler, sonra ise bir sayfada paylaşıldığını öğrendim. Bedenimin deşildiğini kendi gözlerimle izledim ben. Videonun başlığı neydi biliyor musunuz," dedim. Derin bir nefes aldım, çok derin. O günü tekrar hissetmiş gibi titrerken kimse bana dokunmadı, ve konuşmadı. Kendi bedeninin deşildiğini izlemiş bir çocuktum ben, nasıl sevgi besleyebilirdim? O gün, abim beni buldu. Polisler beni kanlar içinde bulduğunda, yaşamam mucizeydi aslında. 3 ay hastanede kaldıktan sonra, bir psikiyatriste göründüm, psikolojimi düzeltecek her türlü şey denendi. Onlar başardılar sanıyorlar, kafamdaki sesleri bilmeden. 14 yaşımda sesler duymaya başladım. Hastaneden çıktıktan sonra bile duyuyordum. Kimseye söylemedim, beni deli sanarlar diye. Gerçi çoktan delirmiştim ama deliler hastanesine gitmek gibi bir niyetim yoktu. Sonra ise, burdaydım. Ölmemiştim yaşıyordum, ben küçücük yaşımda kendi bedenimin deşildiğini gördüğümde öl diye fısıldadılar bana. Küçücük bir çocuğun ruhunu delik deşik, bedenini yaralamışlardı. Sonra ise bir video ile taçlandırmışlardı onu.

"Neşterle Kesilmiş Deriler. Başlık buydu Kunter, ben bu başlığı hiç unutmadım, unutulacak bir şey değildi çünkü."

Ölmek istemiyordum ama bir gün ölüm benide bulacaktı. Bu sır felan değildi, tüm ülkenin bildiği bir gerçekti. Kunter ve Esir ne dediğini bilemez bir şekilde baktılar bana, sonra ilk hareket Esir'den geldi. Kollarını bana sararak çenesini başıma koydu. "Bazen ne olduğunu idrak ediyoruz ya, o zaman aslında büyüdüğünün farkına varıyorsun. Ne doğru, ne yanlış idrak ediyorsun, sana söylenen sözlerin anlamının farkına varıyorsun ve büyüyorsun Kunt. Biz bu yollardan da geçtik. Yeri geldi ağladık, yeri geldi gülüp çoştuk ve eğlendik. Sana yapılanları unutmuyorsun, unutamıyorsun. Çünkü o zamanlar, en akılda kalıcı anıların olduğu zamanlardır. Çok küçükken, Kunt. Dedem beni eğitiyordu, ama ben asla onun eli altında çalışmak istememiştim yani zorunluluktan. Yaşım 10, o gün dedem bana bir zehir verdi." Nefesini tuttu Esir, Abdullah'tan anca bu beklenirdi. Sesi titriyordu koskoca adamın. "Esir, anlatmak zorunde değilsin, sende değildin Kunt." Bunları söylerken ağlıyordu Kunter. "O gün o zehiri içtim ben Kunt, bana bir panzehir bile verilmedi. Sonra beni, abim kurtardı." Gözlerim Kunter'e kayarken Kunter sessizce bizi izledi. "Kunter değildi, beni kurtaran Karun abimdi." Yabancı isim hiç tanıdık gelmezken kaşlarım çatılmıştı. Karun diye bir abileri daha mı vardı? "Karun abim, bana panzehiri veren oydu. Sonra ise dedemin karşısına dikilmiş, ona meydan okumuştu. Dedem Karun abimi hiç sevmez bu yüzden onu başka bir ülkeye gönderdi." Gülerek söyledikleri ile kafamı kaldırarak ona baktım. "İyileşmiyor Esir, hicbir şey iyileşmiyor. Sanki daha fazla yara açıyor ve acıtıyor. Diyorlar ki, öl Kunt. Öl ve kurtul, ben ölmek istiyorum. Ama izin vermiyor, o izin vermiyor." Kendi çocukluğum hemen Esir'in arkasında belirdiğinde yüzünde bir ifade yoktu. Sessizdi bu sefer, konuşmuyordu. Ve sonra gözüme çarpan şey, üstündeki kıpkırmızı tişört oldu, yüzüne sıçramış kanlar, yaralı elleri ve ağlamaktan çöken gözleriydi. Neden konuşmadığını o an idrak ettiğimde nefesim kesildi. Gözlerim korkuyla açılırken hızlı hızlı nefesler almaya başladım. "Kunt?" Kunter'in sesi uzaktan gelirken gözlerimi doldu. "Hayır, yapmayın." Fısıldamam bana bile zor ulaşırken canım yandı. Göğüs kafesimi parçalayan dallar çocukluğumu es geçerek tüm odayı sardığında sesim çıkmadı. Kanlı dallar, canımı yaktı ama çocukluğuma hiç dokunmadılar. "Öğrendim ben Kunt, neden ölmek istediğini, neden bu kadar güçsüz olduğunu ve ellerinin neden ışıklara uzanamadığını öğrendim."

Karnıma giren dalları hissediyordum, boğazıma dolanan elleri, sırtımda gezinen neşterin hissini. Çocukluğum öğrenmişti, ölümün ne demek olduğunu. Hatırla beni çocuk, beni hep hatırla. Kafamda dolanan sesin sahibi şeytana aitti. Beni kendi kanımda boğulmaya mahkum eden adama. Gözlerim bu sefer hiç olmadığı kadar acıyla sızladı. Ölmek istiyormuş gibi bakıyordu bana. "Ölmek istiyorum ben Kunt." Dedi. Sadece 23 günde ölmek istedi çocukluğum. Canım yandı. Kaldığım evin penceresindeki üç güvercini hatırladım. Birbirleriyle iletişimi hiç kesmeden ses çıkartıyorlardı. Sonraki gün ise iki güvercin pencere önündeydi, diğer güvercin neredeydi? Diğerinin öldüğünü öğrendiğimde aslında hayatın sadece üç günlük olduğunu anladım. Ben iyileşmeyecektin. Bir yanım hep yaralı kalacak ve kabuk bile bağlamayacaktı. Hayat buydu, bana öğretilen buydu, benim hayattan öğrendiğim buydu. Hayat hep bir yerden vuruyordu, küçük benliğime bile acımamışken bana acımasını düşünmek saçma olurdu. Tam o sırada kapıya sertçe vuruldu, sonra Asaf'ın sesi duyuldu. "Kunter, açın oğlum kapıyı!" Şiddetlr bağıran adama karşı Kunter bana döndü, "o gün, Salih ile konuştuğun vakit Kunt, babam için özür dilerim." O gün bizi duymuştu ve ondan bahsediyordu. Gülümseyerek ona baktım, "sorun yok, gerçekten yok." İnanmadı ama zorlamadıda, sonra esir tişörtü bana geri giydirdi ve bir kaç dakika bu dağılmış halimizi toparlamaya çalıştık. Kunter kitledikleri kapıyı açtığında içeri bir anda herkes doluştu, Esir'in tişörtünü sıkıca tuttum. O an aklımda olan tek şey çoçukluğumdu. Bana söyledikleri ve o an ki hali. Canı acıyordu ama sesi çıkmamıştı. Neden bağırıp çağırıp yardım istemedin diyemezdim çünkü o an ne olduğunu neden bağırmadığımı biliyordum, sorgulayamazdım. "Kunt, noluyor?" Diyen Asaf'ı duydum, herkesin meraklı bakışlarını gördüm, sadece iki kişi bana merakla bakmıyor ve sessizce duruyorlardı.

Azra ve Polat, içinde yaşadıkları şeyler yüzünden asla bir meraklari yokmuş gibi sessizdiler. Bir salise onların acıları olduğunu düşündüm, canlarının çok yandığını ve artık hayata tahammül edemediklerini. "Bir şey olduğu yok, sadece küçük bir kriz. Sorun yok yani." Dedim ve herkesi geride bırakarak odadan çıktım. Acılarımız bir, dertlerimiz bir olabilirdi. Canlari çok yanmış olabilir ve onları hayattan koparan bir kaç anıları olabilirdi. Hayat böyleydi, seni tek bir hareketiyle hayattan soğuturdu. Cebimde titreşen telefonum ile odamın olduğu koridora girdim ve telefonu elime alarak arayana baktım.

Salih'ti.

Beklemeden aramayı yanıtladım, o sırada odaya giriyordum. Odaya girdiğimde kulağıma dayadım kulaklığı. "Oğlum, nasılsın? Yeni ailenle hayat nasıl, sevdiler mi seni?" Alay dolu ses tonuna karşılık sessiz kaldım. Sonra o konuşmaya devam etti. "Canın yanıyor değil mi, koca bir ömrün bir intikam uğruna mahvedilmiş olması, acı veriyor değil mi Kunt? Hayatın boyunca sana sahte sözler söylendi, sana sevgi bile verilmedi ve senin hissettiğim tek şey alkoldu, uyuşturucuydu. 14 yaşında tattın hayatı, o zaman anladın ölümün ne demek olduğunu. Hastane yatağında yatarken camın kenarında sana bakan kimse yoktu değil mi? Bu hayat böyledir Kunt, senin istediğin şeyler hiç bir zaman ayağına gelmez. Sen öldün, sen aslında 14 yaşında gömdün kendini toprağa ve biz sana ne dedik biliyor musun?

Ölü Kurt, kalkta yatağına yat."

Söylenen sözler, verilen hediyeler, edilen vedalar. Hiç biri bu kadar acıtmamıştı. Bir adamın acı verdiği söz, bin adamın ettiği güzel sözden daha kötü. Duyduğum şeyler, gördüğüm bunca şey ve hissettiğim bu acı. Tarif edilemez, hissedilemezdi. Canım yanıyordu ve bunun acısını dindirecek tek bir merhem bile yoktu. Çocukluğum, Salih ve Karaaslanlar. Artık geçmişi biliyorlardı, utanarak sakladığım ve asla dile getiremediğim o acılarla dolu geçmişi. Az önce Salih'in söylediği söz, hayatımda duyduğum en acı verici sözdü. Söz ettiğim tek şey acıydı, acı, acı ve acı.

Geçmişin anıları tekrar gözde canlandığında Kunt'un beyninde o söz tekrar etti.

Ölü Kurt, kalkta yatağına yat.

Ölü Kurt | AileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin