6: Umut Gelecek Olsa Bile

442 36 7
                                    

Bir adam, 10 yıl önce bana bir söz söylemişti; "Her kötü olan bir şeyin sonunda mutlak bir iyi vardır. Dinle çocuk, umudunu hiç yitirme çünkü yaşayacak güzel bir geleceğin var." Bu söz hayatıma asla bir katkıda bulunmamıştı. Hep bu söze inanarak yaşamayı denedim, ama inandığımız şeyler bazen bize bir şey vermiyor. Belki sadece acı veriyordur. Ben yalnız bir insanım. Hep yalnızdım. Uyurken, yemek yerken ve konuşurken bile yalnızdım. Ama sonra bir şey oldu. Mucize gibi 3 çocuk girdi hayatıma. Elimden tuttular, bana sarıldılar. Birlikte uyuduk, yeri geldi birlikte yemek yedik ve dertlerimizi paylaştık. Birbirimize sağlam temeller attık. Biz 4 çocuk, birbirimiz sayesinde öğrendik hayatın ne olduğunu. Daha düne kadar intihar etmeyi düşünen biriydim ben. Sonra aklıma onlar geldi. Ne zaman intihar edecek olsam, aklıma onlar geliyordu. Beni hayatta tutmayı başaranlar aslında onlardı. Sanırım değişiyordum. Gülerek kafamı duvara yasladığım da gözlerimi kapattım. Karşımda çocukluğum duruyor olsaydı eğer, hiç düşünmeden onu öldürürdüm. Bunları yaşamaması için onu öldürürdüm. Ölümden korkan çocuğu kendi ellerimle öldürüyordum. Yaşaması gereken kimdi? Ben miydim? Yoksa geçmişteki o çocuk muydu?

Derin bir nefes alırken duvara yaslanarak camdan odası gözüken Kuzgun'a baktım. Kardeşleri yanındaydı. Bilinci yerine gelmemişti ama ziyaretçi alıyorlardı içeri. Yalnızca 3 kişi girebilse de kardeşleri beklemeye daha fazla dayanamamış ve dördü birlikte odaya girmişlerdi. Camın önünde Timur duruyordu. Barut ise telefonla konuşmak için dışarı çıkmıştı. Bende restoranttan bugünlük izin almıştım. Yavuz abide anlayışla karşılamıştı aslında. Derin bir nefes alırken kafamı koridorun başına çevirdim. Asaf, elleri cebinde bana bakıyordu. Kaşları düzdü ve yüzünde hiç bir ifade yoktu. Kafamı duvardan çekerek öne doğru eğdim. Dirseklerimi dizlerime koyarak ona bakmaya devam ettim. Hafif bir tebessüm ile ona bakarken o, hiç bir şey yapmadı. Sonra bakışları sağa doğru kaydı. Işıktan bir gölgenin ona doğru geldiğini anlamıştım. Ona bakmaya devam ederken yüzünde hafif bir gülümseme oluşmuştu. Sonra yanına bir adam geldi. Bu adam bana odada saldırmaya çalışan adamdı. Üstünde siyah bir takım elbise vardı. Özenle giyinmişti ve ciddi bir ifade takınıyordu. Asaf ona gülümsediğinde oda hafif bir tebessümle baktı. Bu manzara bana bayağı yabancı gelirken kafamı Timur'a çevirdim. Gözleri hala Kuzgun'nun odasındaydı. Kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde öylece bekliyordu. Harun'u bulduğum yerde geberteceğimi düşünüyordum. Derin bir nefes verdim."Yeter artık. Harun'u bulduğum yerde geberteceğim yemin ederim." Dediğimde Timur'un gözleri bana kaydı "Kunt. Kafayı yeme iyice." Dedi sinirli bir ses tonuyla. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Zaten yedim Timur, farkında değil misin?" Diyerek ona baktım. Sessiz kaldı. Kafamı koridorun başına çevirdiğimde kimse yoktu. Kim olmasını bekliyordum ki? Ellerim ile saçlarımı geri iterek sıkıntılı bir nefes verdim. "Uyandı!" Diyen heyecanlı ses ile bakışlarım cama çevrildi. Kuzgun, gözlerini açmıştı. Hafif bir tebessüm olurken yüzümde kapıya doğru yürüdüm. Sonra ise, adımlarım kapıda durdu. Timur benden önce içeri girmişti. Camın yanına geri dönerek Kuzgun ile konuşan Timur'a baktım. İçeri giremedim çünkü kendimi suçlu hissediyorum gibiydi. Kötü insanlar demiştim bizim için. Şuan bana sinirli veya kırgın olabilirdi. Kuzgun camın yanında olduğumu biliyordu, ama cama hiç bakmamıştı. Yüzümdeki gülümsemem yok olurken camdan uzaklaştım. Adımlarım koridorun başına ilerlerken dudaklarımı kemiriyordum. Suçlu muydum gerçekten? Koridorun başında adımlarım dururken derin bir nefes aldım. Geçecek, hepsi bitecekti. Dünya da ki bu savaş bitecek, fırtına dinecekti; onun yerine aydınlık bir bahar başlayacaktı.

Karaaslanların Evi

Karaaslanların evinde kaskatı bir kaos vardı. Eve iş sebebiyle gelen insanlar, aslında onları dağıtmaya gelmişler gibiydi. En başta Abdullah Karaaslan olmak üzere herkes evde 2 gündür sessizdi. Kimse kimseye bir şey sormuyor, sorulsada cevap verilmiyordu. Herkesin odağı Abdullah'taydı. Çocuğa inanmak istemeyen ev halkı bir yandanda inanmak istiyor gibiydi. Doğru söylüyor olabilir miydi? Kimse bilmiyordu. Onlar için 26 yıl önceydi herşey. Kunt ismi, 26 yıl önce bitmişti onlar için. Asaf Beyin hanımı Tülay hanım, olanları sindirmiş değildi. Ona kapıda gülümseyen çocuk, gerçekten onun oğlu olabilirdi. İnanmak istiyordu. Oğlunun hala yaşadığına inanmak istiyordu ama ortada bir kanıt bile yoktu. Kocası Asaf beye söylemişti, DNA testi yaptırmak için. Ama Asaf bey kesin bir dille reddederek bu fikri aklından çıkarmasını söylemişti. Tülay hanımın, 7 evladı vardı. Hepsini sever sayardı. Nazik ve merhametli bir kadındı Tülay, her evladını severdi. 26 yıl önce ölen oğlu onun için bir yıkım gibiydi. Evlat acısını iliklerine kadar hissetmişti. Oğlunun ölmemesi için her şeyi verirdi. Eğer ki o çocuk onun oğluysa, kimseyi dinlemez alırdı kollarına çocuğu. Bu olay sadece Asaf'ın ailesiyle kalmamış, amcalar ve halalara kadar gitmişti. Hepsi Abdullah'a bakıyordu. Abdullah ise, onun için gelen bu sarsıntı onu yerinden oynatsa da kimse çocuğa inanmamasının mutluluğunu yaşıyordu. Mektup ve fotoğrafları masadan almıştı ve kimseye vermemişti. Biliyordu olacakları, nasıl bir artçı ile karşılacağını. Onun dışında Asaf'ın çocukları da bir hayli etkilenmişti olaylardan. Asaf'ın en büyük oğlu Kunter ise, hatırlıyordu kardeşini. Unutmamak mümkün müydü? Kunt doğacağı sırada 8 yaşındaydı. Adı gibi hatırlıyordu o günü. İçindeki o çocuksu heyecanı. Ama sonra, kardeşinin ölüm haberi gelmişti. Abi olma hevesi kursağında kalırken çok ağlamıştı. Küçücük kardeşinin öldüğünü düşünemiyordu. Ve tabii ki ikizler vardı. Asır ve Esir. Onlarda az buçuk hatırlıyorlardı Kunt'un doğum gününü. Abi olmanın heyecanını yaşarken bir anda ellerinden kayıp gitmişti o heves. Kunt'ta isterdi sevgi dolu bir ailede olmayı. Sevilmeyi bilmeyi. Kesin bir sonuç olmadıkça ortada, kimse bir şey diyemiyordu. Asaf, bir anda gelen bu çocuğu kabullenememişti. Gerçekten onun oğluysa bile, Seriyan ailesinde büyümüş birinin nasıl kibirli ve egoist olduğunu bilirdi. Oğlunun o ailede büyüyüp yetişmesi onun için çok kötü bir olay olurdu. Ama Kunt, bağımlı iki ebeveynle büyümüştü. Kendisini büyütmüştü o. Ne ona bakacak bir anne, ne de ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir babası olmuştu. Demişti Kunt, babası ona küçükken alkol veriyordu diye. Daha 7 yaşındayken elma suyu istemişti babasından. Babası Kunt'a bir çok kez hakaret etmiş ona zorla içki içirmişti. Unutur muydu Kunt? Unutmazdı.

Ona yapılan her bir olay aklındaydı. Unutamazdı bir kere. Tabii Asaf, Kunt'un kibirli ve egoist biri olduğuna inanıyordu. Seriyanlarda büyümüş biri düzgün olamaz diye düşünmeden edemiyordu. Ama hesaba katmadığı tek şey, Kunt'un ailede büyüyemediğiydi.

3. Kişili Anlatımdan.

Kunt, hastanenin önünde bekliyordu öylece. Elinde sigarası vardı. Zehirli dumanı havaya doğru üfledi. İçinde tarif edemediği bir şeyler vardı. Kafasındaki sesler sanki gün geçtikçe çoğalıyordu. Artık dayanamıyordu. Kafasındaki seslerle delirecek gibi oluyordu. 26 yaşına kadar bu hayattaydı. Bundan sonraki yaşlarını yaşaması doğru muydu? Doğru gelmiyordu ona. Gerçek bir ailesi vardı ama o ailenin içinde bile değildi. Evin önünde, kapının dışında kalmıştı. Bir eli kapının kulpunu tutuyordu. İçerden gelen gülüşmeleri duyabiliyordu ve oda gülümsüyordu. Kunt Seriyan, kimsesizdi. Bir soyadı olmasına rağmen kimsesiz ve yalnız bir adamdı. Sürüden sürgün edilen bir kurt gibi o karlı yollarda ayak izini bırakıyordu. Yağan karlar, ayak izinide silip götürüyordu. Tüm ihtimaller silindi. Geçmiş duruyordu ama gelecek bitmişti. Gelecek gözükmüyordu. Geçmiş ise, kırmızı bir halı gibi serildi ayaklar altına. Halının üstünde anılar vardı. En acı anılar.

"Geçmiş duruyor, ama gelecek silindi. Geleceği değil, geçmişi yeniden yazıyor gibiyim." Dedi yanında duran çocuğa. Bu onun çocukluğuydu. Ellerinde yaralar vardı. Kunt'un elini tuttu çocukluğu. Bir damla yaş düştü gözlerden. Yanaklarda kanlı izler bıraktı. "Ağlamasana.." Dedi küçük çocuk Kunt'a. "Her rüyana girdiğimde beni böyle sakinleştiriyordun. Ağlama lütfen." Dedi Kunt'a. Kunt, daha fazla ağlamaya başladı. Yanaklarına ardı ardı kesilmeyen yaşlar yürüyordu. "Ben, yapamıyorum artık." Dedi onu anlayacağını düşündüğü çocuğa. Anlasın istiyordu. "Anla beni çocuk. Ben yaşamak istemiyorum." Dedi acı dolu çıkan ses tonuyla. "Bana umut verme, bana yapabileceğim şeyleri söyle." Dedi çocuğa bakarken. Çocuk, sakindi. İfadesizce izliyordu geleceğini. "Bak Kunt," dedi çocuk Kunt'a dönerken. Ellerinde sızlayan yaraları gösterdi. "Bu yaraların iyileşmesi için haftalarca bekledik. İyileştiler ama izleri kaldı." Dedi geleceğine bakarken. "Umut, bir gün gelecek karşına. Seni o kuytu karanlıklardan ellerini uzatarak kurtaracak." Derin bir nefes verdi. Kunt'un büyük elleri çocukluğunun yaralı ellerini sardı. "Ama," dedi çocuk. Kunt'un elleri sıcaktı. Çocukluğunun elleri somsoğuktu. "Umut olsa bile Kunt, o karanlıklarda yaşadığın her şeyi hatırlayacaksın. Geçmişi unutamazsın. Geleceğide göremezsin, ve ölme Kunt. Çünkü ben yaşamak istiyorum, bir gün öleceğimi bilsem bile." Sessiz ağlayışlar sarmaladı geceyi. Körpe bulutlar yok etti ayın görüşünü. O gece sadece Kunt ve çocukluğu bağıra çağıra ağladılar. Yaralı ve soğuk elleri sarmaladı bir çift sıcak el, dedi ki; Ölme. Çünkü ben yaşamak istiyorum, bir gün öleceğimi bilsem bile.

Bölüm Sonu.

Bu bölümü yazarken daha çok üzgün hissettim diyebilirim. Kunt'u yazmayı çok seviyorum. Ne kadar acı çekse de bir gün ayağa kalkacak arkadaşlar.

Kunt ve çocukluğunu bol bol yazmak istiyorum. Yani Kunt'u teselli edecek tek kişi çocukluğu olsun istiyorum. Ama çok sıkılır mısınız? Ona göre yazayım.

Ölü Kurt | AileWhere stories live. Discover now