11: İzi Kalan Yaralar

400 39 5
                                    

İlahi Bakış Açısı

Hiç düşünmeden, kafası ne derse onu yapıyordu. Sonucunu düşünmüyordu, ne olacağını kestiremiyordu aklı. Kunt, bunca yıl acı çekmiş ama acılarını hep saklamış bir çocuk olarak geldi bu dünyaya. Yaşı 14 iken, hayat ona hiç acımadı. O adamın eline düştüğünde korkmamıştı ama gördüğü şeylerden, hissetiği acılardan sonra anladı: Dünya aslında hiç güzel bir yer değildi. Sırtından kasıklarına uzanan bir neşter izi vardı, o gece adamın eline düştüğünde aslında anladı, öleceğini hissetti, acıyı hissetti. O gece Kunt, kendi kanında boğulurken elini onu izleyen adama bile uzatamadı. 14 yaşındaydı, çocuktu, bilmiyordu Dünya'yı. Aslında bir çok şeyde bir sebeb ararız, o gece Kunt'un çektiği işkencenin sebebi neydi?

Okulda bir çocuğa bir kaç kelam etti diye kendi kanında boğulmaya mahkum edildi Kunt Seriyan. O günden sonra, kimse ile muhattap olmadı. Annesi, babası bağımlı olduğunda izledi sadece. Engel olmadı. Sonra kulağına fısıldamaya başladılar, onu ölüme teşfik ettiler. Bilseydi olacakları, konuşur muydu o çocukla, yapar mıydı bunu? Yapmazdı Kunt, istemezdi acı çekmeyi, sevmezdi. Annesinin ona kendi sütüne vermediğini bilirdi, babası Kunt hasta olduğunda onu hastaneye ölse bile götürmeyeceğini bilirdi, Kunt Seriyan sevilmedi, sevgi görmedi. Delirttiler onu, Kunt'u öldürdüler. Ölümün eşiğindeyken hastane kapısı sadece 4 kişi vardı. Kuzgun, Barut, Timur ve Deniz. Annesi Bahar, babası Salih bile onu umursamazken Kunt nasıl yaşayabilirdi?
Cevap basitti.

Yaşamayacaktı.

14 yaşında ölmeyi öğrenen çocuğa, yaşa dediler.

Kuzgun, "Ölme Kunt, lütfen ölme!" Dediğinde Kunt'un bilinci açıktı, abisi Deniz, "nolur yaşa Kunt, yaşa." Dediğinde ölmek istedi aslında. Bunları annesi babası ona söylesin istedi ama o hastane kapısında, o ameliyatta ve odada tek başınaydı.

Kunt yalnızdı, deliydi, ölüydü.

Bir anda, bunca yılın acısını ailesiyle ödedi. O mektubu hiç bulmasaydı belki de öldürürdü kendini. Ama bir ailesi, gerçek bir ailesi olduğunu öğrendi. Hayatını mahveden 3 adam vardı, biri 14 yaşındaki Kunt'u kendi kanında boğulmaya mahkum eden Şeytan'dı. Diğeri alkol bağımlısı babası Salih'ti. Son adam ise, onu ailesinden alan Abdullah Karaaslan'dı. Bu yüzden, ayakta durmayı hiç seçmedi. Her şeye aşağıdan bakan Kunt, bir gün dağın en başında bağırıp çağırıp her şeyin hesabını soracaktı, sormak zorundaydı.

Abileri vardı, kız kardeşleri vardı, annesi babası vardı, arkadaşları vardı. Bir ailesi vardı ama o hep kapının önünde duruyordu, ve arkasında sadece arkadaşlardı vardı. O kapının ardında kalan kardeşleri, annesi ve babasıydı. Kapı ardında kalan her zaman 4 çocuktu, o 4 çocuk her gün ölmeyi dilerken, aileleri gülüyordu. Ölüme gülmek, böyle bir şeydi. Ve Kunt, bir kez daha, bir kez daha ölmeyi diledi.

Ölüme gülmek ve ölümü dilemek, sevgi görmemiş çocukların listesinin en başında yer alıyordu. Dünya böyleydi, kimseye merhamet etmezdi, asıl merhamet etmesi gerekenler insanlar olması gerekiyordu.

Kunt
2 Gün Sonra

Sıradan bir günün ardından kendimi odada bulduğumda günün yorgunluğu üzerime çökmüş bir haldeydi. Yorucuydu gerçektende, bir sağ bir sola koşturarak herkese yetişmeye çalışmıştım, tabii yetişebildiysem ne muamma ama!
Acar'ın laf sokmaları eşliğinde ve Talas'ın aktörlere taş çıkaran oyunculuğu ile günü bitirdiğimde hepimiz yorulmuştuk. Akşam üstü gibi eve geldiğimde ev oldukça sessizdi, bu yüzden kendimi odada bulmam kısa sürmedi. Bu 2 günde kimseye bulaşmamış, Azra, Sena ve Tülay hanım dışında kimse ile pek muhattabım olmamıştı. Esir ve Asır pek konuşmazken Kaya sadece işi ile ilgileniyordu. Asaf'ı, bu 2 gün içinde 2 3 sefer görmüştüm sadece. Çokta umurumda değildi ama merak ediyordu insan. Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattığımda odanın kapısı gürültüyle açıldığında sinirle gözlerimi geri açarak gelene baktım. Dira, yanında iki çocuk ile odaya girmiş giydiği kırmızı çicekli elbisesinin eteklerini tutmuştu. "Kurt abiii! Bak sana kimi getirdim!" Dediğinde yanında olan 2 kız çocuğunu gösterdi. Yatakta diklenirken sersemce odamdaki 3 çocuğa baktım. Biri, kahverengi saçlı ve büyük gözlü bir kız çocuğuydu, yanakları kırmızıydı ve eliyle oynuyordu. Bu görüntü beni gülümsetirken onun yanında sarı saçlı ve yeşil gözleriyle beni merakla izleyen bir kız daha vardı. "Kim bunlar Diracığım?" Dediğimde Dira, kahverengi saçlı kızı hızla yanına çekti. "Bu Esin, Harun abimin kızı, diğeri ise Zelal Demir abimin kızı. Seninle tanıştırmaya getirdim onları ya!" Diyerek çemkirdiğinde yüzümü buruşturarak ayağa kalktım. Söylediği adamlar kim bilmiyorum ama kızlar çok tatlıydılar. "Merhaba? Benimde kendimi tanıtmamı ister misiniz?" Dediğim an Zelal kafasını salladı. Gülerek, "Kunt ben," dedim. Zelal gülümseyerek ellerini arkada birleştirdi. "Kim geldi Dira?" Dediğimde Dira yine elbisesinin eteklerini tuttu. "Dedemin kardeşleri geldi, gel hadi içeri gidelim onlarlada tanış Kurt abi!" Dedi ve elimden tutarak beni odanın dışına sürükledi. Yani Asaf'ın kardeşleri gelmişti. Anlaşılan bayağı geniş bir aileydiler. Kalbim ağzımda stresten atarken Dira ve kızlar ile aşağı inmiştik. İnerken saçımı da düzeltmeyi ihmal etmedim tabii ki! Sonunda aşağı indiğimde kulağıma ilişen sesler ile gözlerim kocaman açılırken, karşımda gördüğüm manzara dilimi yutmama neden olmuştu. Sokaktan geçen herkes eve dolmuş gibi, her yerde insan vardı ulan! Benim geldiğimi kim fark etti bilmiyorum ama hâlâ bir laf kalabalığı vardı. Dira'nın sesi ile sessiz bir küfür ederken yutkundum. "Babaaa! Amcamı getirdim!" Dedi ve tüm gözleri üstümde hissettim. Ne güzel bir karşılaşma ama! Gözlerim tek tek tüm ailede gezerken tek bir kişide durdu, bir adamda. Kucağında gülerek bir erkek çocuğu tutuyordu ama gülüşme sesleri kulağıma gelmiyordu. Gözlerimi açıp kapattığımda, adamın kucağındaki çocuk yoktu. Gözleri tüm ümidi kesmiş gibi beni bulurken hafif bir tebessüm etti. Hayal görüyordum ya da gerçekten delirmeye başlamıştım. "Kunt, gel böyle oğlum." Diyen Tülay hanım ile ailenin içine girerken, kendimi artık kapıda hissetmiyordum. O kapı kolunda duran elim ile kapıyı açmış ve o evin içine girmiştim. Asaf bile buna engel olamazdı. Beni kabul etmek zorundaydı, ben onun oğluysam o da benim babamdı. Bu bir gerçekti ve biz gerçekleri kabul etmediğimiz sürece bir gölge gibi her zaman peşimizde dolanıp duracak, her fırsatta gerçekleri bize sunacaktı. Koltuklarda Asır ve Kaya'nın arasına oturtulduğumda herkes bana bakıyordu. Gözlerim Asaf'ı aradığında hemen karşımda oturduğunu ve bana baktığını gördüm. Bakışları şaşırmama neden olurken yutkunarak ellerimi birbirine kenetledim. Bana şefkatle, sevgiyle bakmasın istiyordum. Bana her zaman attığı o bakışları, nefreti, iğrentiyi geri istemiştim bir saniyeliğine, ama o zaman Salih'e daha çok benzeyeceğini düşündüm. Salih'e benzemesin istedim ama, ilk gün ona benzediğini söylemiştim. O gün ona öyle çok benziyordu ki, kendimi çocukluğumda gibi hissetmemi sağlamıştı. Asaf böyle miydi her zaman? Sevmez miydi çocuklarını? Severdi ama beni sevmezdi babam, Salih bile beni sevmemişken, beni ölüme terk etmişken Asaf'ın beni sevmesini bekleyemezdim. Çünkü, bazı babalar sevmezdi.

Ölü Kurt | AileWhere stories live. Discover now