5: Dünya Kadar Dert

423 43 0
                                    

Bazen gerçektende hayatınızı 2 kelime mahvedebilir. Bazen hayatınızı ailenizden birileri, çevrenizde sizi tanıyan biri sizi mahvedebilir. Kirli zihniyetli insanların amacı, bazı insanların hayatını mahvetmektir. Bundan zevk alıyorlar ve bunu yapmayı hiç bırakmıyorlar. Telefonun karşısından hiç ses gelmedi. Bende ses çıkarmadım. Nolmuştu? Neden hareket edemiyordum? Ona nolmuştu? Gözlerim sabit yeri izlerken birinin beni sarsması ile gözlerimi beni sarsan kişiye diktim. Talas, "Kendine gel Kunt." Dediğinde yutkunarak geri çekildim. "Özür dilerim, özür dilerim gitmem gerekiyor!" Diyerek yanından hızla geçtim. Ona bir şey olmamış olmasını diliyordum. Ona bir şey olmazdı. Olamazdı. İzin vermezdi. Gözlerime yaşların dolmasına engel olamazken bir şey olmasın istiyordum. Telefonda Barut'un numarasını bularak onu aradım. Telefon çaldı. Bir kaç çalmanın ardından telefon açıldığında ilk konuşan bendim. "Barut!" Dediğimde Barut'tan ses gelmedi. "Oğlum, cevap verin lan!" Dediğimde derin bir iç çekiş geldi. "Kunt?" Dedi. Sesi titriyordu. Kısıktı. Zor duymuştum. "Kunt..ben, olum." Dediğinde ağladığını anlamam kısa sürmedi. "Noldu? Noldu Barut? Bir şey söylesene oğlum?" Dediğimde ağlamaya devam etti. Restoranttan çıkarak sokağa geri girdiğimde hızla yürüyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. "Babası, gelmiş." Dedi. Adımlarım yavaş yavaş durdu. Yutkundum. "Kuzgun'dan para istemiş. Kuzgun vermemiş." Dediğinde ne olduğunu tahmin edebiliyordum. Bir elimi yüzüme kapatırken duvara doğru yaslandım. "İkiside kavga etmişler. Babası, Kuzgun'u bıçaklamış." Dedi. Kuzgun'u bıçaklamış. "O güçlü değil Kunt. Hiç güçlü değildi. Yıkılmaz duvarları vardı, doğru. Ama her duvar bir gün yıkılır." Dedi. Olduğum yerde bir kaç saniye kaldırımı izledim. Yaralanmıştı. Öz babası tarafından. Ve Barut'un söylediği şey , her ev başımıza yıkılır gibiydi. "Nerdesiniz?" Dedim. Göz yaşlarım yanaklarıma doğru yol çizdiğinde yutkundum. "Hastanede. Akpınar hastanesi." Diyerek bir iç çekti. "Tamam, geliyorum ben şimdi." Diyerek ona veda ettim. Adımlarımı hastaneye yöneltirken çokta uzak olmadığını navigasyondan görmüştüm. Hepimizin bir yarası vardı. Hepimiz bir geçmişi, bir izi vardı. Hiç birimizin sağlam temelleri yoktu. En ufak bir depremde hepimiz yıkılırdık. Hepimizin evi, başımıza yıkılırdı. Her zaman dik durmaya çalıştık, iyi görünmeye ve gülümsemeye çalıştık. Her şeyin bir sınırı vardı, biz o sınırın sonundaydık. Artık maskelerimizi indirme zamanıydı. Gerçek yüzler ortaya çıkarken, sahteler aşağı iniyordu. Kısa, en az 25 dakika sonra hastaneye geldiğimde hiç beklemeden içeri girdim. Barut, yoğun bakımın katını belirten bir mesaj atmıştı. Merdivenlerden 2 kat çıkarak bir kaç koridor döndüm. Sonunda yoğun bakımın kapısında Barut, Timur ve Karaalpları görmem ile derin bir nefes verdim. Hızlıca onların yanına ilerken beni ilk fark eden Timur'du. Bana baktı ve kafasını eğdi. "Nasıl? Durumu iyimi?" Dedim kapıda olanlara bakarak. "Doktorlar bir şey söylemedi. Yarası derinmiş, hayati tehlikesi yokmuş ama bir sıkıntı olabileceğinden bahsetti." Dedi Barut. Kafamı eğerek Timur'un yanına oturdum. Karşımda Kuzgun'un kardeşleri oturuyordu. Hepsi solgun duruyordu. En çokta, Kuzgun'un en küçük kız kardeşi olan İdil. Arada bana kaçamak bakışlar atsada sessizce ağlamaktan bir şey yapmıyorlardı. "Harun nerde?" Dediğimde, Kuzgun'dan sonra en büyük olan erkek kardeşi Karan konuştu. "Kaçmış. Polislere ihbar ettik. Şuan onu arıyorlar." Dedi soğuk bir sesle. Kafamı salladım. Kafamı duvara yaslayarak derin bir nefes aldım. Gözlerimin önüne Kuzgun ve benim tanışma anımız geldiğinde tebessüm ettim. 9 yaşındaydım, o da 12 yaşındaydı. Okulda bir kaç kişi tarafından itilirken o gelmişti. Beni itikleyen kişilere bağırarak beni korumuştu. O günden beri peşinde hep kuyruktum. Bir abim var demiştim. Gerçek bir abi, sevgi dolu ve sahte sözleri olmayan. Küçücük çocuğa dünya kadar dert veremezsin. 12 yaşındaki Kuzgun'a dünya kadar dert verilmişti.

Onları terk etmiş bir baba, hasta yatağında bir anne. Bakılması gereken 4 kardeş. Okul için para, yemek ve ihtiyaçlar için para lazımdı. Hem okumuş, hemde çalışıp ailesini ayakta tutmayı başarmış bir adam; Kuzgun Karaalp, Yıldız Şirketinin Ceosu. Ülkede ismi duyulan biri olmuştu. Çalışmıştı, kazanmıştı. Hep onu örnek almıştım. Almaya çalışmıştım, belki dedim ki; Annem ve babam düzelirler. Sevgi dolu bir aile oluruz demiştim. Ben onun gibi değildim. Bağımlı iki ebeveyin ile hayatım yürümüyordu. Her gün bir kavga olur muydu? Olurdu. Huzur yoktu, sevgi yoktu. Şiddet vardı, nefret vardı ve en büyük şey, sevgisizlik vardı. Omzuma koyulan kafa ile gözlerimi açarak Timur'a baktım. Tepkisizce karşıyı izliyordu. Yorgun gibiydi. Dün gece eve geç gelmişti ve hiç uyumamıştı. En kötü günleride görmüştük. Ayakta durmaya çalışıp yerlere düşmüştük belki ama en sonunda ayağa kalkmıştık. Şimdi tekrar yıkılamazdık. Kuzgun kötü adam olmak istemiyordu. Çünkü ölmek istemiyordu. Bizde kötü adamlardık. Ölmek istemiyorduk. 10 yıl önce, ölmek istemiyorum diye yalvardığımızı çok iyi hatırlıyordum. Biz çocuktuk. Bilmiyorduk, kanmıştık. Şimdi tekrar mı yalvaracaktık? Yutkundum. 10 yıl önceki olayın yaşanmaması için her şeyimi verirdim, ölmekten korksam bile canımı bile verirdim. "Kunt, hadi sen git eve. Yarın işin var. Çok durma burda oğlum, biz seni haberdar ederiz." Diyen Barut ile kafamı iki yana salladım. Ölsem gitmezdim. "Hayır, olmaz." Dediğimde Barut bana mahçupça baktı. "Kunt, lütfen." Dedi bu sefer. Derin bir nefes aldım. "Barut, lütfen." Dedim bende onu taklit ederek. "Git bir hava al öyle gel." Dedi Timur kafasını kaldırarak. "Kapalı alanlarda çok durma." Dedi ve ayılmaya çalıştı. Kafamı sallayarak ayağa kalktım. Karan ve kardeşlerine bakarak yoğum bakımın olduğunu koridorun sonuna doğru yürümeye başladım. Her şey üst üste geliyordu. Karaaslanlar ne yapıyordu mesela şuan? Ne düşünüyorlardı? Abdullah kazandığını düşünüyor olmalıydı. Anlımı ovalayarak en alt kata indim. Kapıdan çıkarken etrafa bakıyordum. Tam o sırada tanıdık bir sima çarptı gözüme. Kaşlarım çatılırken bir kaç adımda dışarı çıktım. Elinde sigarası ile telefona bakıyordu. Asaf Karaaslan, tam karşımdaydı. Gülerek ona bakmaya başladım. Karşılaşmayı asla düşünmemiştim. Sigarasını çöp kutusuna attığında telefonunu cebine koydu. O sırada benim tarafıma döndü. Uzaktaydık ama karşı karşıyaydık. Gülümsememi yüzümden silerek kafamı başka tarafa çevirdim. "Seninle karşılaştığımız yolların çizgisini sikeyim ben." Diyerek mırıldandığımda oda bana inanmayarak bakıyordu. Ona doğru yürüyordum ama ayakkabılarıma bakıyordum. Göz açıma onunda siyah ayakkabıları girdiğinde kafamı kaldırarak buz gibi olan gözlerine baktım. "Merhaba, Asaf." Dedim ona bakarak. Kaşları anında çatıldı. "Niye burdasın sen? Niye şuan karşımdasın?" Dedi beni sorguya çekermişcesine. Sesinin tonunu kesinlikle ayarlayamıyordu. "Bilmem ki, tesadüf işte." Dedim gülerek. Gözleri yüzümde gezgindi bir kaç saniye. "Karşıma çıkma demiştim ben sana." Dediğinde kafamı salladım. "Şehir küçük, ne yapabiliriz?" Diyerek elimi cebime attım ve sigara paketimi çıkarttım. Ona bakarken dudaklarıma bir dal yerleştirdim ve diğer cebimdeki çakmağı çıkartarak ucunu tutuşturdum. "Kim olanları duydu da hastanelere düştü Asaf?" Dediğimde gözlerini kapattı. "Kes şu sesini. Sabrımı zorluyorsun." Dedi tekrar gözlerini açarak. Kaba konuşuyordu. Dumanı havaya üfleyerek geri çekildim. "Ya karın düşmüştür ya da aileden biri işte. Belki de birinin başına bişey gelmiştir." Dedim gülümseyerek. Sinirlendiğini biliyordum ama hak ediyordu. "Sesini kes dedim sana. Ailem hakkında tek kelime etme," dedi bana bakarak. "Siktir ol git gözümün önünden." Dedi gözlerimin içine bakarak. Başıma vuran ani sancı ile yüzümü buruşturarak ondan iyice uzaklaştım. Onun ifadesi yine düzdü. "Eyvallah Asaf. Ama istersen DNA testi yaptırırız. Ben doğruları söylemiştim, sadece sen inanmak istemedin. Gerçekleri öğrendiğinde söylediklerinden pişman olacaksın." Dediğimde sigaramı içime çekerek havaya geri üfledim. Bir şey demedi ve bakmaya devam etti. Kafamdaki fısıltı arttı.

Öldü mü?

Gülerek sigaramı yere attım ve üstüne basarak Asaf'a diktim gözlerimi. Buz gibi gözleri benim gözlerimin içine bakıyordu. Inanmak istememesi doğaldı. Ama gerçekler bunlardı. Pişman olduğunda beni çok arayacaktı ama ben asla onun oğlu olmayacaktım.

"Başka bir yerde, en güzel haliyle Asaf Karaaslan, tekrar görüşmek üzere." Dedim fısıltıyla. Ve son kez, ona "Baba," diyerek gülümsedim. Şaşırmış sıfatıyla geri giderek önüme döndüm. Belki asla bir araya gelemeyecektik. Biz bir hiçtik. Hiç olmayan, hiç sevgi vermeyen anne ve babamı istemiyordum, ama kaba saba konuşan ve beni kesin bir dille reddedip beni üzdüğünü bilen Asaf'ıda istemiyordum. Ben annemi, kardeşlerimi ve en çok arkadaşlarımı istiyordum. Sanırım, ben biraz enayiydim.

Bölüm sonu.

Ölü Kurt | AileWhere stories live. Discover now