7: Fidanın Dalları

424 42 7
                                    

2 gün sonra

Soğuk hava bedenimi titretirken dişlerim birbirine takır takır vuruyordu. Ellerim ceketimin cebinde ısınmak için çabalarken burnum soğuktan kızarmıştı. Hafif aydınlanmış ama karanlık olan hava iyice soğumuştu. Sabah ayazı böyle oluyordu demek ki. Gözlerim bomboş arazide gezinirken yutkundum. Kuzgun hala hastanedeydi, yarın taburcu edilecekti. Benimle bir kez konuşmuştu. Bana küs olmadığını aksine daha çok minnetar olduğunu söyledi. Neden minnetar olduğunu bilmiyorum ama bana kırgın olmaması beni mutlu etmişti. Derin bir nefes aldım. Belki tüm dertlerim burada uçup gider diye düşünmüştüm, lakin hiç bir şey gitmemişti. Sanki daha da çoğalmış gibiydi. Adımlarım arazinin sonuna doğru gidiyordu. Ellerimi cebime sokarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Cebimden ses kaydını çıkartarak kısa bir göz gezdirdim. Küçük bir mesaj bırakmak, ben öldükten sonra kimsenin merak etmediği bir mesaj belki. Arazinin sonuna geldiğimde yutkundum. Yüksek bir uçurumdu. Aşağıda bir yol vardı ama hiç araba geçmiyordu. Soğuk toprağa otururken ayaklarımı boşluğa sarkıttım. Ses kaydını açarak elimde tuttum. Derin bir nefes aldım, "Merhaba." Dudaklarım titriyordu. "Ben Kunt. Bir ailesi olmayan Kunt." Dedim kendimi bunu kabullendirmeye çalışırken. Bakışlarım bomboş yola doğru kaydı. "İntihar edenler uçurumundayım." Dedim olduğum yere bakarak. Bu yoldan kimse geçmiyordu çünkü her an intihar etmiş birinin cesedine rastlayabilirdiniz. Yutkundum. "Bir gün, bende burada, bu yolda kanlar içinde yatacağım. Benimde cesedime rastalayacaksınız." Gözlerimi kapatırken elimdeki ses kaydını elimde sıkıca tuttum. Göğüs kafesimde yetişen fidanın dalları boğazıma doğru sarıldı. "Ölmek istiyorum, ama çocukluğum ölme diyor. Yaşamasına izin vermem mi gerekiyor? Vermek istemiyorum çünkü bu acıları çekmesini istemiyorum."

Kanlı neşter,
Tahta masa,
Beyaz eldivenler,
Ve sırtındaki yaralar.

Bu dördünü unutma çocuk, çünkü baktığında hatırlayacağın tek şey, şeytanın yüzü.

"Güçlü olması gerekiyor ama olamaz. Güçlü olursa daha çok acı çeker." Fidanın dalları göğüs kafesimden bacaklarıma uzandı. Dallarda kan vardı. Bacaklarım kan oldu, sırtıma uzanan dallar, kemiklerime battı. "Düşünmeden edemiyorum. Bir ailem var, ama bi ailem yok. Biliyorum, sorunlu bir çocukları olsun istemediler. Ama ben çocuktum. Ben sadece çocuktum ve canım çok yandı." Gözlerim yoldan geçen siyah arabaya kaydı. Dağa çıkıyordu. "Canımın yanmasını sevmiyorum ben. Çocuklar canlarının yanmasını sevmez zaten dimi?" Kime soruyordum bu soruları. Kim cevaplayacaktı ki? Bakışlarım ellerime kaydı. Elimde ses cihazı hala açıktı. "Ben istemedim ki. O ailede olmayı, büyümeyi ve her günümün ceza gibi kapkaranlık olmasını." Fidanlar yere doğru indi. Toprağa kökünü veriyordu. Arabanın sesi, yakından geliyordu. "Her gece kafamda sesler duymayı, ben istemedim." İsyan etmek miydi bu? Arabanın sesi kesildi. "Biliyor musun, ölmeyi ben istemiyorum aslında," Bir elimi kafama sardım ve gözlerimi sıkıca kapattım. "Ölmeyi bu istiyor, kafamdaki ses diyor ki, öldü mü?"

Ağır adım sesleri duyuldu kapının arkasında. "Aç kapıyı Kurt. Sana yemek getirdim," dedi. Yaralı ellerim anahtarı sıkı sıkı tuttu. "Aç kapıyı!" Bağırdı şeytan, tiz sesi kulaklarımı tırmaladı. Sıkı sıkı tuttum anahtarı. Açma kapıyı, dedi iki gündür kafamda duyduğum sesler. Öleceksin, diye fısıldadılar. "Git! Lütfen git.." bağırdım kapının ardındaki şeytana. Şeytanın gülüşünü duydum. Sonra kapıya ardı ardına sert yumruklar indirmeye başladı. Duvar dibinde daha da geri gitmek için sırtımı duvara yasladım. "Lütfen! Git lütfen.." Kapının kulpu, parçalanarak yere düştü. Kapı açıldı ve şeytan içeri girdi. Elinde kanlı bir neşter ve beyaz eldivenler vardı. Birazdan ölümden korkacağım, birazdan bembeyaz tişörtüm kıpkırmızı olacaktı.

Ölü Kurt | AileWhere stories live. Discover now