9 - Hikayenin sonunu öyle yapalım o zaman.

4 1 0
                                    

Bütün gece uyumamıştım.

Ladon beni bahçeye bırakmıştı fakat ben eve gitmemiştim, saatlerce boş boş dolanmıştım şehirde çünkü kendimi çok boş ve değersiz hissediyordum, eskiden olduğu gibi. Böyle zamanlarda kendime, kendimden başka kimseye ihtiyaç duymadığımı ısrarla hatırlatıyordum ama ah, ben cidden bazen kendimi yarım kalmış gibi hissediyordum.

Tüm hayatım bir karmaşaydı, kalpsiz insanların eline bırakılmıştım onlar benim de kalbimi köreltmişti. Nefes alamıyordum bazen, dayanamıyordum bazı şeylere fakat günün sonunda yine hayattaydım, yine yaşıyordum sonuçta.

Yaşadıklarım beni daha güçlü yapmıştı, yaşadıklarım beni olduğum kişi yapmıştı fakat o zamanlar daha bir çocuktum. Güçlenmem değil eğlenmem gerekiyordu. Acıyla bu kadar erken yaşta tanışmamam gerekiyordu. Nasıl bu kadar çok ağlayabilmiştim bilmiyorum fakat bütün yürüşüm boyunca ağlamıştım, şimdi neredeyse öğlen olmuştu ve yine evimizin kapısının önündeydim.

Kapının önünde duran iki siluet gördüm. Onlar Paris ve Aias mıydı? Onları bahçede görmemle olduğum yerde kaldım, midem bulanıyordu. Yediğim her şeyi çıkaracak gibi hissediyordum, hiçbir şey de yememiştim ya gerçi.

Ladon ile konuştuktan sonra kimse ile daha muhattap olmak istemiyordum, beni kendimden nefret ettiren şeylerle yüzleştirmişti. Kimseyle konuşmak istemiyordum ama sanırım bu sefer de kaçamayacaktım, ikisi de kapıda öylece bekliyorlardı. Geri dönemezdim artık, geldiğimi görmüşlerdi.

Aias üzerime doğru koştu ve bana sarıldı. Tek kelime etmeden ona izin verdim çünkü sanırım buna gerçekten ihtiyacım vardı. Birinin bana sarılıp her şeyin iyi olacağını söylemesine ihtiyacım vardı.

Arkamızdaki Paris'e baktım, yumruklarını sıkıyordu. "Seni bu hale kim getirdi?" dedi dişlerini sıkarak. "...gözlerin kıpkırmızı, neden ağladın?"

Ben getirmiştim, kendi düşüncelerimle. Olan olmuştu geçip gitmişti ama ben o anılarda takılı kalmıştım. Geçmiş zamanda yaşıyordum şu ankinde değil. Olanlara saplanıp kalmıştım, oradaki herkes devam etmişti belki hayatına ama ben edememiştim. Olanları düşünmek istemiyordum ama beynimi buna zorlamak öyle zordu ki, başaramıyordum bir türlü. Sanki ben ne kadar düşünmemeye çalışırsam o kadar düşünceler tarafından ele geçiriliyordum. Beni en dibe doğru çekiyorlardı, denizde ayağınıza dolanan sarmaşıklar misali.

Seni artık incitemeyecekler diyordum kendime. Artık büyüdün, onlar sadece bir anı olarak kaldı artık sana zarar veremezler. Onlar çoktan öldüler, sana zarar veremezler. Anılar seni incitemezler, Lara. Onlar sadece birer hatıra.

"Kapa çeneni ve git buradan…" diye kızdı ona Aias, bir yandan da beni daha sıkı sarıyordu. O bana sarıldıkça ağlama isteğimin yeniden gelmesi normal miydi? Hera da ben her üzüldüğümde yanımda olurdu, iyi olana kadar gitmezdi hiçbir yere. Aias bana onu hatırlatıyordu. Olanları görmüyordum, Aias öfkeyle soludu. "...şu anda kötü durumda olduğunu görmüyor musun?"

"Görüyorum, seni aptal…" dedi Paris de öfkeyle soluyarak. "...bu sebeple nedenini soruyorum ya."

Sinirlenmişti. Bu halde bile mi? Ben bu haldeyken bile mi kavga
edeceklerdi? Ne bekliyordum ki zaten, rahatça üzülebileceğim bir ortam mı? Daha çok beklerdim. Tüm işlerini bırakıp beni umursayacak insanlar mı, öyle bir şey alamayacaktım.

"Söylemediyse istemiyor demektir, şu anda bana ihtiyacı var…" dedi kalın sesiyle. Resmen Paris'i kışkırtıyordu, kavga etmelerini istemiyordum."...o yüzden kaybol şimdi."

Paris Aias'a fena halde uyuz olmuş gibi görünüyordu. "O benim kız kardeşim tamam mı?" dedi Paris bağırarak. 'Kız kardeşim' kelimesini ne kadar duygulu bir şekilde söylemişti. Kardeş olmasak bile aynı kandanmışız gibi hissettirmişti, yine de bu kelimeyi söylerken o anlamı kastetmediğine yüzde yüz emindim. "...eğer birine ihtiyacı varsa o da benim, sen değilsin."

Olseian'ın LanetiWhere stories live. Discover now