2. KISIM: 20. Bölüm

72 20 107
                                    

Kitana

Ruhum bedenime yayılmaya başladığında, sanki tüm kemiklerim tek tek kırılıyormuş gibi acı çekiyordum. Gözlerimden yaşlar akıyor, vücudum alev alev yanıyordu. Çığlıklarımı duyan Hershel'ın uzaktan gelen öfkeli sesini duyuyor ama cevap veremiyordum. Görüş alanımın dışında olduğundan ne halde olduğunu da bilmiyordum. Ruhum tüm bedenimi kapladığında derin bir nefes aldım. Tam bittiğini düşündüğüm sırada ikinci bir sancı beynime hükmettiğinde neredeyse kafatasımın ikiye ayrılacağını düşündüm. Başımı ellerim arasına almış acı içinde bitmesini beklerken, geçmiş anılarım zihnimde tek tek yerlerini alıyordu. Bana ruh verildiği andan, hafızamı silip uçurumdan düştüğüm âna kadar olan her şey...

Sonra her yer karardı, etraf sessizliğe büründü. Hiçbir şey göremiyor, duyamıyordum. Sanki bir boşlukta süzülüyor gibiydim. Yattığım yerden doğrulup oturur pozisyona geldim ve ellerimle olduğum yeri kontrol ettim. Hala çimenlerin üzerindeydim. Boşluğa doğru seslensem de kendi sesimi bile duyamıyordum. Ya ruhumun bedenime geçişi sırasında bir sorun olduysa, ya ölmüşsem... Tanrım, gerçekten ölmüş olabilir miyim? 

Ellerimden destek alarak yerden kalktım ve yine ellerimle etrafı kontrol ederek birkaç adım atmayı başardım. Nerede olduğumu bilmem gerekiyordu. Dengesizce yürüyordum ve her adım da sanki bir boşluğa düşüyor gibiydim. Sonra bir şey oldu, çok uzaktan bir ışık belirdi. O kadar küçük ve uzaktı ki, karanlık gökyüzünde beliren bir yıldız gibiydi. Görebildiğim tek şey olan o noktadan gözlerimi bir an olsun çekmedim. Beni bir çıkışa götüreceğini düşünerek, umutla ona doğru yürümeye başladım. Kısa süre sonra sabit duran ışık hareketlenmeye ve hızla bana doğru yaklaşmaya başladı. Öyle hızlı ilerliyordu ki, az önce nokta gibi görünen ışık git gide büyüyordu. Korkuyla bir kaç adım geri çekildiğimde, koca bir ışık topu haline gelmişti. Kaçacak yerim kalmadığında hızla bana çarparak sırt üstü yere düşmeme sebep oldu. 

Çarpmanın etkisiyle birkaç saniye yerde öylece kaldım. Sonra gözlerimi yavaş yavaş araladığımda duyularım geri gelmişti. İlk duyduğum, altında yattığım gül ağacının dallarına konmuş olan kuşların cıvıltıları oldu. Dirseklerim üzerinde doğrulup etrafıma bakındığımda etrafta hiç krampus yoktu ve ormanda da değildim. 

Ayağa kalkıp dikkatlice bakınca nerede olduğumu anladım. Harabe'nin bu güzel avlusunu nasıl unutabilirdim ki... Biraz yürüyünce az ileride bir kamelya olduğunu gördüm. Oraya doğru ilerlediğimde, kamelyanın içindeki bankta bir adamın oturduğunu fark ettim. Ona doğru yaklaşınca bana döndü ve bütün samimiyeti ile gülümsedi. Kısa ve özenle taranmış siyah saçları ve ona uyum sağlayan gece kadar karanlık gözleri vardı. Pürüzsüz yüzünde en ufak bir sakal veya bıyık yoktu. Yakışıklı ve yumuşak yüz hatlarına sahipti. Bembeyaz giyinmişti ve elinde bir elma tutuyordu. Diğer elinde tuttuğu küçük bir bıçakla elmadan bir dilim kesip bana uzattı.

"İster misin?" Önce bana uzattığı elmaya sonra da yüzüne bakarak başımı hayır anlamında iki yana salladım.  Omuz silkip elma dilimini ağzına attı. Sonra bana bakmadan konuşmaya devam etti.

"Bileğine ne oldu senin?" 

Neyi kastettiğini anlamak için bileklerimi kontrol ettim. Sağ bileğimde küçük siyah kıymık gibi bir şey vardı. "Arı sokmuş olmalı. Yine.." Nefori'ya ilk geldiğim günde aynı olayı yaşamıştım. Ne var ki, bu defa yanımda Alistair yoktu.

"İzninle." diyerek elimi tuttu ve siyah iğneyi zarifçe bileğimden çıkarttı. Ardından dudaklarını bileğime yakınlaştırıp, ılık nefesiyle bileğime üflediğinde iğnenin sebep olduğu sızı dindi.

"Şimdi daha iyisin, öyle değil mi?"

"Evet, teşekkür ederim." 

"Önemi yok."

BU SADECE BAŞLANGIÇWhere stories live. Discover now