2. KISIM: 10. Bölüm

132 35 291
                                    

Bu düğün çiçeği tarlasında ne kadar oturdum bilmiyorum ama şafak sökmek üzereydi. Saatlerdir burada oturmuş kafamın içinde kendimle konuşup duruyordum. Bu akşam üzeri olanlar kontrolüm dışında gelişmişti.

"Böyle olmasını istemedim."

"Sahi mi? Kendini kandırmaya devam et."

"Ne? Tanrım sus artık."

"Kendi kendine konuşan sensin. Eğer duymak istemiyorsan çeneni kapat."

Kitana'nın sesi kafamın içinde yankılanıyordu. Onunla kavga edip duruyordum.

"Sen ona zarar verdin. Kardeşime.."

"Ona zarar vermek istemediğimi biliyorsun. En az senin kadar üzgümüm. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Hepsi bu. Merak etme bizi anlayacaktır."

"Bizi mi? Biz diye bir şey yok. Tanrım sana nasıl engel olamadım ben?"

"Çünkü engel olmak istemedin. Kendini kandırmayı bırak. Bu gücün hoşuna gittiğini bile söyleyebilirim."

"Bu doğru değil, sen bir yalancısın! Senin iyi olduğunu sanıyordum. Hakkında anlatılan onca şeyden sonra bu akşam gördüklerim bunun aksini söylüyor."

"Bu kadar yeter!!" bunu söyledikten sonra bedenimde bir uyuşma hissettim.

Canım yanıyor ama kıpırdayamıyordum. Oturduğum yerde kas kastı kesilmiştim. Kısa ve sık nefesler almaya ve terlemeye başladım. Bedenimden bir parçanın ayrıldığını hissediyordum. Canım öyle yanıyordu ki gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Çığlık atamıyor yada bağıramıyordum. Bedenimden gri saydam bir duman yükseldiğinde korkum arttı. Sanki koca bir pervane o dumanı benden ayırıp içine çekiyor gidiydi.

Tanrım ruhum.. Ölüyor muyum?

Ruhum bedenimden tamamen ayrıldığında karşımda yuvarlak bir ışık küresi gibi dalgalanıyordu. Hiçbir uzvumu oynatamıyordum. Sadece gözlerim hareket ediyordu. Deli gibi çarpan kalbimin son atışını yapacağı anı bekliyordum. Işık küresi daha fazla dalgalanmaya ve şekil almaya başladığında gördüğüm şey ise ölümle eş değerdi.

Üzerinde siyah ama altın işlemeli yere kadar uzanan bir elbise vardı. Beline kadar uzanan düz, uzun saçları ve başının üzerinde taşıdığı tacı ile oldukça etkileyiciydi. Yüzüne baktığımda ise şaşkınlığım iyice arttı. Saçlarına uyumlu kara kaşları ve badem gözeleri ile karşımda duran kişi bendim. Sadece çok daha farklı görünüyordum.

"Ohh.. bunu yüzyıllardır yapmamıştım. Ne kadar yorucu olduğunu unutmuşum."

Konuşamıyor sadece inilti çıkartıyordum.

"Ah.. affedersin." diyerek yanıma geldi ve ince parmaklarıyla dudaklarıma dokundu. "İşte oldu."

O dokunduğu anda boğulmaktan son anda kurtulmuş gidi derin derin nefesler almaya başladım. Ama hala kıpırdayamıyordum.

"Bana ne yaptın?"

"Hiç. Sadece ruhumuzu kısa süreliğine bedenden ayırdım."

"Kıpırdayamıyorum."

"Bu normal. Bedeni hareket ettiren ruhtur. Ve o da şuan olması gerek yerde olmadığına göre.. buna kısa süreli felç diyebiliriz."

"Yaptığın şeyi düzelt hemen!"

"Önce konuşacağız. Görünüşe göre başka türlü kendini dinlemeyecek ve doğal olarak ta anlamayacaksın."

"Seni lanet sürtük, ruhumu geri ver hemen!"

BU SADECE BAŞLANGIÇWhere stories live. Discover now