Padişah Muradına Erdi! Asya, Cemşit'i seçer.

1K 29 6
                                    

Altın Yol'dan geçerken ölüme gidiyor gibiydim. Her adımda, içimde bir şey yakıyorlar.

Has odaya gidip Hünkar'ı selamlayarak önce kaftanının eteğini öptüm. İbrahim çenemden tutarak beni kendi hizzasına getirdi. Artık başıma geleceklere razıydım. Benim devrimde bekaret problem değildi. Zamanıma dönsem bile bunun sorun olmayacağını biliyorum. Zamanıma dönsek İskender beni böyle kabul eder miydi ki? Onun eşi var artık saçmalama Mila! Sultan olmaya gidiyorsun. Kaç kadın bu odaya girmek için hayal kurmuştur kim bilir? Peki kaç kadın bu odaya benim gibi üzgün girmiştir?

Hünkar kaftanını çıkardı içinde gömlek yoktu vücudu sürekli savaş antrenmanı yaptığı için olsa gerek, kaslıydı. Cezbediciydi. Altında bol pantolonu vardı. Arkama geçerek bana arkamdan sarıldı. O anda, eli ile karnıma sarılarak arkamdan boynumu öptü. Sırtımdaki fermuarı yavaşça indirdi ve elbisemi tenimi okşayarak üzerimden sıyırdı. Elbisem ayaklarımın dibinde, halının üzerindeydi. İbrahim boynumu öperken vücudunu bana iyice yaslamış, elleri, çıplak karnımda ve göbeğimde geziyordu. O beni öperken heyecan duyuyordum ama aşktan değil aksine, bu sadece hormanlarımın dizginlenemeyen heyecanıydı. İkimiz de kısa süre içerisinde çıplak kaldık. Hünkar beni kendisine döndürüp önce çıplak bedenime alıcı gözü ile baktı ve sert bir şekilde dudaklarımdan öptü. Beni kucağına yanlamasına alarak yatağa yavaşça bırakıp yanıma uzandı. Yanağımı okşayarak dudaklarımı tekrar öptü. Üzerime çıktığında korkuyor, bir yandan da hala İskender bir yolunu bulur beni Padişah ile bırakmaz diye umutlanmaya çalışıyordum.

Aptal ben. Seven kadın kadar aptalı yok! İskender'e güvenen kalbime de, aklıma da...

Onun geleceği ve gelmeyeceği arasında kendi kendime inatlaşarak kendimi dolduruyordum. En son gelmeceğine hükmederek sevdiği adamı, İlyas'ı değil; onu seven koruyan kollayan adam Cemşit'i seçmeye karar verdim. Cemşit de Asya'ya İbrahim gibi evini açmamış mıydı? (Bakınız: Selvi Boylum Al Yazmalım.)

Ben derin düşünceler içerisindeyken İbrahim beni kadını yapmıştı. Hala içimde İskender'e kavuşacağıma dair bir his varken İbrahim'in karısı olmuştum. Sabaha kadar kaç kere seviştiğimizi hatırlamıyorum. İstekli olmasam da ona ayak uydurdum. En son İbrahim'in kollarında, aklımda hala İskender varken uyuyakaldım. Ertesi gün herkes halvete gittiğimi bildiği için bana daha bir saygılı davrandılar.

İki hafta, kah İbrahim ile kah yalnız geçirdim. 15 gün sonra sabah bulantısı ile uyandım. Kimsenin farketmemesi için kendimi tuttum.

Bir arkadaşım hamileyken yanlışlıkla içtiği maydanoz suyu ile bebegini düşürmüştü. Onu hatırladım mide bulantım devam ederken. Ahsen'in tüm karşı çıkmalarına rağmen onu ikna ettim ve gizlice Ahsen'e maydanozu kaynattırıp içtim. Eninde sonunda, kendi zamanıma gideceğim. Anneme hamile olduğumu nasıl açıklarım. Sonuçta bu bebek aldırma ile eş sayılmaz değil mi?

O gün Nazenin'den haber geldi. Beni ve Hünkar'ı yemeğe bekliyorlarmış.

Hünkar ve ben at arabasına atladık ve Pembe Köşk'e yemeğe gittik. İskender ile göz göze gelmemeye dikkat ediyordum. Nazenin de bana çok sıcak davranıyordu. Genç, fakat sıcak kanlı bir kız.

Yemeğin ilerleyen zamanında karnım çok ağrımaya başladı. Tuvalete gitmek için masadan kalkmak isterken, gözlerim karardı, bayıldım.

Gözlerimi açtığımda buranın saray olmadığı aşikardı. Başımda Nazenin vardı. "Burası neresi?"

"Sultan'ım Pembe köşkteyiz. Siz düşük yaptınız."

Düşük yaptığımı zaten biliyordum. Şaşırmadım ona İskender çok telaşlndı mı diye soramayacağım için İbrahim'i sordum.

"İbrahim?"

"Hünkar'ımız başınızda beklemişti gece. Şimdi gittiler Paşa ile."

İskender de üzülmüştür herhalde. Artık karısı var neden üzülsün. Onunla eğler gönlünü!

Öğlen ben saraya dönecektim. Köşke İskender geldi. Sanırım benim için geldi. Beni merak ettiği için! Hayır o evli. Saçmalama!

"Sultan'ım geçmiş olsun. Beni Hünkar'ımız gönderdiler. Şayet iyiyseniz, sizi alıp saraya götüreceğim."

"Sağolun Paşa'm. Gidelim. Benimle ilgilendiğin için teşekkür ederim Nazenin."

Paşa ile at arabasına binmiştim. Karşıma oturmuştu. İki üç dakika sonra halsiz olmamdan dolayı başım dönünce İskender anladı benim bayılacağımı. Yanıma oturdu ve başımı omzuna koydu. "Mila, iyi misin?" Bir yandan hafif hafif yanaklarıma tokat atıyordu.

"Ben iyiyim. Sadece başım döndü."

Onun omzuna yatınca iyileşmiştim. Sessizce bir şey demeden başımı kaldırdım. Kollarımız birbirine değe değe saraya geldik.

Durdum durdum sonunda duramadım. "Bebek düşürdüm ben. Senin yüzünden, sen aşkımıza sahip çıkmadığın için Damat Paşa! Bu bebek senden olabilirdi. O zaman düşürmezdim."

Gözlerini yere eğdi birşey diyemedi. Benim gözlerimden iki damla düştü. Ona "Görüşürüz Paşa'm" derken gözlerimin nemini gördü. Kolumu tuttu fakat hiçbir şey diyemedi. Ne diyebilir ki Allah aşkına! Benim hakkımda herşeyi bilirken bu zamandaki tek sırdaşımken beni başkasına göndermesi... Ona bakarken hala içime bir taş oturuyor. Sessizliği bozan ben oldum. Bakışmamızı ben böldüm. Tuttuğu kolumu çekiştirerek at arabasından, beni bekleyen Ahsen'in elini tutarak indim.

İbrahim beni önümüzdeki günlerde çok sıkmadı geceleri üzerime gelmedi. Bu arada Nazenin hamileydi. İskender baba olacağı için sevinse de benimle göz göze geldiğinde donuklaşıyordu.

Aklımda boncuklu adamın sözleri vardı. Ne yapıp ne edip Manisa'ya gitmem lazım. İbrahim ile konuştum bana izin verdi. Ben de zaten hem İskender'in haberinden hem de İbrahim'den kaçmak için Mahpeyker ile birlikte Manisa'ya Yekpare ve Şehzade Ahmet'i görmek bahanesi ile gittim. Yanıma da safir sonsuzluk kolyesini aldım. Belki de Manisa'da aradığım cevapları bulacaktım. Hem de bir dahaki Satürn kavuşması sırasında Manisa'da olacağım. Artık gideceğim için çok mutluyum.

Manisa'ya gittiğimizde Yekpare bizi sıcak karşıladı. Aslında altın kızlar üçü ayrı olunca ve Padişah mevzu bahis olmayınca Yekpare iyi biri gibi duruyor. Yekpare ile anlaşamayacak bir durum yok artık. Nasılsa sancaktan gelemez. Artık hep sancakta. Hem gelse bile artık ben kendi zamanıma gideceğim zaten.

Manisa'ya gelirken yanımda ok ve yay da getirmiştim. Daha önce iki kere saldırıya uğramıştım malum. Biri Kütahya'da Hünkar ile çarşıyı tebdil kıyafetle gezdikten sonra, diğeri de düğün günü. Üstüne zehirlenme de yaşadıktan sonra Hünkar yanımda ok ve yay taşımama izin vermişti. Bir de ufak bir hançerim vardı yanımda taşıdığım. İçime doğmuş olsa gerek, o gün Yekpare ve Mahpeyker ile birlikte çarşıya çıkarken yanıma hançerimi de almıştım. Ben bütün Manisa'yı gezip o boncuklu adamı bulmak derdindeydim. Kumaşlara dikkatimizi vermiştik ki, bir tane kadın, askerleri aşıp Yekpare'nin boğazına hançer dayadı. "Senin yüzünden! Senin yüzünden Padişah'ın gözünden düştüm. Büyücü seni! Senin de pabucun dama atılmış, Allah büyük!"

Yekpare'nin ağzından "Melek!" çıktı sadece.

Kadın askerlere yaklaşmayın diye bağırıyordu. "Yaklaşırsanız acımam öldürürüm. Ben zaten ölmüşüm!" Kadının arkasından 5 tane adam çıktı. Biri beni, biri de Mahpeyker'i aldı ve herkesin içinde bizi çarşıdan çıkarıp at arabasına bindirmeye çalıştılar. Bizi bir kulübeye götürdüler. 6 kişilik grup 10 kişi olmuştu. Bu arada bugün 16 Ağustos idi. Gece on buçuğa doğru Satürn yine bir gezegen ile buluşacaktı. Boynumda kolyem de vardı sabah. Aslında kaybolmak ve birdaha gelmemek için çok iyi bir zamanlama. Peki ben kaybolursam onları kuratabilecekler mi?

Çok geçmeden Şehzade ve birkaç adamı bizi buldu. Eşkıyalar ve Şehzade arasında kavga olsa da, askerler öldü. Eşkıyalar Şehzade'yi bağlayarak yanımıza getirdi. Dördümüz de bağlıydık artık.

"Sırada Padişah var Yekpare!"

PAYİTAHT'TA AŞK - 17. Yüzyıl Where stories live. Discover now