18.Bölüm

73 4 1
                                    

Çarşamba saat 11.00

Dolmuştan indikten sonra tiyatronun önüne doğru ağır adımlarla yürüyorum, başımı kaldırdığımda Fatih tam karşı tarafta elleri ceplerinde bekliyordu. Gelip gidenlere bakıyordu, onu görmeyeli çok uzun zaman olmuş. Kalbim birden canlanıverdi, atışlarından nefesimi almakta zorlanıyorum neredeyse. Çiçekçilerin yanına gidip biraz oradan baktım, içim o kadar tuhaf oldu ki! Ağlamakla ağlamamak arasında, yaprak gibi sararmak gibi bir şeydi bu. Güneş gözlüklerinin arkasından baktığı dünyada, mahvettiği yaşamları düşünmek istiyorum şimdi. Olanlar geldi aklıma, bana uykusuz geceleri hak gördüğü günler geldi. Ayaklarım geriye doğru gitmeye başladı ''Sen beni hak etmedin ki!'' dedim ve arkamı dönüp minibüs duraklarına doğru yürümeye başladım. Tam iki üç adım attım ki, beni arıyordu... Ona bu kadar öfke duyduğumu hiç fark etmemiştim, kendime şaşırmakla geçen saniyede telefonu açıp ''Geldim.''diyebildim sadece. Arkamı dönüp giderken, şimdi ona doğru yürüyordum. Beni fark etti ve gülümsemeye başladı. Nedense içimden hiç gülümsemek gelmiyordu, ona öfke duyuyormuşum, hayret! Bana doğru yürürken, adımlarımı yavaşlattım... Bana yaklaşırken aklımdan ''Koşup gitseydin, bekleseydi akşama kadar, arayıp özür dilerim gelemedim deseydin aptalsın kızım sen!''diye geçiriyorum. İşte o anda bana sarıldığını anımsıyorum. Öylesine sarıldı ki, ellerimi boynuna dolamam gerekirken yanlarıma asılı kalmışlardı, kulağıma söylediği ''Seni çok özledim, çok.''cümlesinde gözlerim aniden kapandı. Sağ elimi omzuna koyduğumun farkında bile değilim.

Kendimi o kadar kasmıştım ki, bana bakarken yalnızca ''Görüşmeyeli nasılsın?''demiştim. Ela gözleriyle o kadar güzel bakıyordu ki, her zamanki sıcak tavrıyla ''Bunları burada mı konuşalım?''diyip hınzırca gülümsemişti. Aniden bir refleksle elimi tutup, ''Hadi beni Moda'ya götür.''dedi. Şok mu oldum nedir, hareketlerine tepkisizdim, o yapıyor ben de izliyordum. El ele ışıklardan karşıya geçtikten sonra kendime gelip elini bırakışım... Hiç tepki vermedi. Sanki birazdan tekrar elini sıkıca tutacakmışım gibi sol elinin avucunu açıp, arka tarafa doğru tutuyordu. Görmezden geliyordum, elleri öylece boşlukta sallanıyordu, benimki de çantamın kulpundaydı. Moda'daki çay bahçelerinin olduğu sokağa geldiğimizde kendine geldi,''İki hafta sonra nişanlanıyorum.''dedi.

Bir zamanlar, onunla bu yolarda yürürken nedense yollar kısa sürede biterdi, hiç bitmesin isterdim. Şimdi mesafeler o kadar uzakmış ki, aramızdaki yollar uzadıkça susamışım, susuzluktan çoktan ölmüşüm farkında değilim. Konuya bir şekilde giriş yapmıştık sanırım, o konuşacak ben dinleyecektim yine. Kızlara ve kendime verdiğim sözün özü nerede? Çay bahçesine oturduk. Garsona iki çay söyledi. Benden bir şeyler bekliyor gibiydi. Zaman hiç geçmek bilmedi, sensiz geçen günler ve geceler bana haramdı, ağladığım saniyelerin haddi hesabı yok, aşkın beni zindan ettiği için o zindandan çıkamıyorum... Dememi bekler gidiydi. İçimdeki öfkenin sesleri gittikçe bakışlarında ses oluyor, içlerimde yankılanıyor. Bana baktıkça ela gözleriyle, umursamıyordum artık, üzerine giydiği beyaz keten gömleğini ve lacivert pantolonu, kahverengi kemerini, kahverengi ucu sivri ayakkabısını, sıktığı parfümünü... Umursamıyordum. Benim için miydi bu tıraşı? Saçlarının jölesi benim için miydi? Kirpiklerinden düşen hüzünlü bakışları benim umursamaz tavırlarımdan değildi biliyorum. Ellerim çenemde, yoldan geçen çiftlere bakıyorum o anlatıyor... Denizde vals eden jet skileri izliyorum o hala anlatıyor... Konuşmadığımı fark etmesiyle,

-E ee, daha nasılsın? Senin yoğun işlerin ne âlemde? Diyerek konuşturmaya çalışıyordu. Ne konuşacağım? Havadan ya da sudan!

-Ne olsun işte, bildiğin gibi hayat devam ediyor. İş güç peşindeyim her zamanki gibi...

Aynı şekilde cevaplar veriyorum durmadan, o beni konuşmaya ikna yolları ararken ben iyice sert bir duvar örüyordum karşısına. Bazen de iğneler batırıyordum,

KarabatakWhere stories live. Discover now