5

411 43 49
                                    



"hoş geldin."

ellerim havada kalmış bir şekilde sevgilisine bakıyordum. bizi böyle görünce hızlıca yanımıza gelmiş ve hanbin'i elini tutup belimden çekmişti. "ne yaptığını sanıyorsun?" hanbin sinirli bir şekilde ona bağırmıştı. "asıl sen ben varken ne hakla başkasına böyle sarılırsın?"

düştüğüm durum cidden kahkaha atma isteği uyandırıyordu. buraya ikisi tartışsın diye gelmemiştim. bana kalırsa da hanbin'in yaptığı yanlıştı. ilk defa bana sarılmıştı ve ben karşılık verememiştim. veremezdim. ikisi tartışmaya devam ederken eve dönmek için yürümeye başlamıştım. nedense iğrenç hissediyordum. "hao!" hanbin arkamdan bağırmıştı.

umrumda değildi, yürümeye devam ettim. kafamı karıştırmasına izin vermek istemiyordum. en başından onu odama sokmamam gerekirdi, kalbimi dinlememeliydim. önemli olan her zaman mantıktı. karar verirken mantık önde gelmeliydi.

hızla yürümeye devam ederken kolumdan tutulduğumu hissetmiştim. "bırak." "nereye gidiyorsun?" "seni ne ilgilendirir?" kolumu bırakması için çabalasam da başaramamıştım. o kadar sıkı tutuyordu ki gerçekten gitmemi istemiyor gibiydi. çenemden tutup ona bakmamı sağlamıştı.

"hiçbir yere gidemezsin. gidersen oyunu tekrar oynamayız ve seni öperim." gözlerimi büyüttüm. "saçmalama!" "o zaman benimle gel." "istemiyorum, sevgilin yüzünden her şeye sinir oldum şu an."

elimden tutup beni sürüklemeye başlamıştı. "çığlık atacağım, güvenlikçi abiye söyleyeceğim hatta." "bir dene." "denerim."

hanbin beni sürüklemeye devam ederken etrafa baktım. sevgilisi ortadan kaybolmuştu, çok az insan dışarda oturuyordu. okul çok mu sakindi yoksa öğrencilerin hepsi derste miydi? zeki oldukları için kimse erken çıkmıyordu sanırım. okulun içine girmeye yakın ellerimizi ayırmaya çalıştım. olmamıştı, yine çok sıkı tutuyordu. "okula el ele mi gireceğiz? kafayı yedin sen iyice." "yedim."

ellerimizi havaya kaldırıp elinin üstünü ısırdım. acıyla inleyerek ellerimizi ayırmıştı. hanbin elini üflemeye başlamıştı, ben ise kahkaha atıyordum. "ne tatlı bir canın var." "yemeğini böyle dişlemiyorsundur." ellerimi arkamda birleştirip yürümeye başladım. "yemekler beni sinir etmiyor."

hanbin hala elini üflemeye devam ederken ben gülerek okuldan içeri girmiştim. o da beni takip ediyordu. az önceki sinirimden eser kalmamıştı. nasıl olmuştu bilmiyorum ama birden iyi hissetmeye başlamıştım. dengesizlik olmuyordu bu, değil mi?

okulun içi de dışı gibi sessiz olduğu için olduğum yerde durdum. nereye gideceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. "sağa doğru yürü, aşağıya ineceğiz. orada bilgisayarlar var." kafamı sallayıp dediğini yaptım ama o yanımdan değil de arkamdan geliyordu. bu kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. "niye arkamdan yürüyorsun?" "kalçalarını izliyorum."

hemen ona arkamı dönmüştüm. "ne dedin?!" "şaka yapıyorum, etrafa bakıyordum sadece. seulki her yerden çıkabilir." demek adı seulki idi. "çoktan içine kurt düşürdün, yanımda yürü." omuz silkip yanıma geldi.

bilgisayarların olduğu sınıfa gelmiştik. hanbin cebinden anahtar çıkarıp kapıyı açmış, içeri girmem için öncelik vermişti. gergin hissediyordum. onunla burada tek başıma bulunmak beni germişti. ilk defa yalnız kalacaktık. odamda yalnız olsak da annem evdeydi, şimdi tamamen yalnızdık. okul sessizdi.

hanbin de içeri girmiş ve hemen sağındaki bilgisayarı çalıştırmaya başlamıştı. "ben yenersem sana ceza verebilecek miyim?" "hayır ama ben yenersem sana başka bir ceza vereceğim." "haksızlık!" bilgisayar ekranından gözlerini çekip bana baktı. duvara yaslanmış, onu bekliyordum. "sen cezandan kurtulmak için oynamak istemiyor musun? ben de sana başka bir ceza vermek için oynamak istiyorum. haksızlık değil bu." "neyse ki kazanacağım." hanbin sırıtıp ekrana bakmaya geri dönmüştü. bu kadar özgüvenli olması sinirimi bozuyordu.

meddle about | haobinWhere stories live. Discover now