2

383 49 28
                                    



adını tekrardan sormaktan hiç çekinmediğim yujin ile birlikte aşağı inmiştik. az önce film izleyen kesimden sadece ricky kalmıştı. bu kadar destekçiye ihtiyaç duyacakları ne olmuştu acaba?

ricky beni görünce gözlerini büyütmüştü. "gel, yanıma otur çabuk." dediğini yapıp yanına oturdum. beni tanıdığını iddia ediyordu, dinleyelim bakalım. yujin de yanımıza oturmuştu. ne saçma bir üçlüydü cidden. benim bu insanlarla ne işim vardı?

"daha önce hiç sayfa yönettin mi? resim çizmek için taktikler verdiğin." inanamıyorum, yüzümü bir kere göstermiştim ama unutmamıştı.

"evet." ricky aniden ellerimi tutmuştu. "sayende yeteneğimi keşfettim. çok büyük hayranındım ama aniden hesabını kapattın. depresyonlara girdim, niye kapadın?" ellerimize bakıp ricky'e döndüm. "uğraşasım kaçtı. yardımcı olabildiysem ne mutlu."

tam o sırada içeri giren hanbin, ellerimize bakmaya başlamıştı. kaşları çatılmış gibiydi. refleksle ellerimizi ayırıp ona döndüm. "beni eve bırakır mısın? yolda ne olduğunu da anlatırsın hem." taksi için param yoktu ve hanbin ile ayrı olarak biraz daha vakit geçirdiğim için ondan beni eve bırakmasını istemiştim. "bırakırım, gel."

yanımda oturan ikiliye görüşürüz bile demeden hızlıca kalktım. onlar arkamdan görüşürüz dese de cevap vermemiştim. görüşmek istemiyordum çünkü. hanbin ceketini aldıktan sonra peşimden gelmişti ve kapıyı açınca mutlulukla kendimi dışarı attım. benim hiçbir şey yapmama gerek kalmadan matthew kendi ayağına sıkmıştı. artık beni hiçbir yere zorla getiremeyecekti.

"hangisi senin araban?" "hangisi olsun isterdin?" etrafta çok fazla araba olduğu için seçmem uzun sürmüştü ama bir tanesi aşırı havalı gelmişti. "şu mu?" "yanlış, arkasındakiydi." "araba zevkin yok o zaman." "bunu araba kullanamayan biri mi söylüyor?"

arabanın kapısını açıp koltuğa oturdum. "daha yeni reşit oldum, öğreneceğim elbet." o da yerleşince bana bakmıştı. "aynen, kemerini tak bakalım." "kemer takmamı gerektirecek kadar kötü mü sürüyorsun?" kahkaha attığını duyunca göz devirip ona bakmayı kestim. "kemeri her zaman takman gerekir. ben kötü kullanmıyorum ama bazı asalaklar var öyle." "haklısın." kemeri takıp telefonumu çıkardım. matthew mesaj bile atmamıştı. beni bile umursamayacağı ne olmuş olabilirdi, çok merak ediyordum.

"şu olay, neymiş?" "bir dakika, senin oturduğun tarafın kenarında su olacaktı. versene." hava sıcaktı, susaması aşırı normaldi. ben de susamıştım ama ağızdan ağıza içmeyi sevmiyordum. suyu alıp ona uzattım. "araba kullanıyorum." "ben mi içireceğim?" "zahmet olacak." "of." su şişesini açıp ona içirmeye başladım. öyle kana kana içiyordu ki canım çekmişti. ne olurdu ki azcık içsem? dişimi fırçalardım. yeterli olduğunu belirten öksürmesiyle şişeyi ağzından çektim ve kalan suyu içmeye başladım. zaten yarısından fazlasını içmişti, kalanı içmem bir sorun olmazdı herhalde. şişe bitince kapağını kapatıp elimde tutmaya devam ettim. "tüh, beş sigara ve iki kutu bira içmiştim." "dişimi fırçalayacağım zaten! susamıştım, niye söyledin şimdi bunu?" "seninle uğraşmak eğlenceliymiş." "uğraşılan pek eğlenmiyor ama."

arabaya gelen aramayla ikimizde konuşmayı kestik. sevgilisi arıyordu. hafifçe öksürüp yola bakmaya başladım. umarım yanımda bir kavga dönmezdi. yine kötü ruh haline bürünmüş, aramayı cevaplamamıştı. kendisine böyle hissettiren biriyle neden beraberdi? dünyada en anlam veremediğim ilişki sorunlarından biriydi bu. şahsen ben, bana bok gibi hissettiren biriyle beraber olmazdım.

"eve mi gidiyorsun yoksa matthew'a mı? evini bilmiyorum çünkü tarif etmen lazım." sonunda konuşunca yola bakmayı kesip ona döndüm. yüzü çok ciddi bir hal almıştı. dişlerini sıkıyor gibiydi. olayları anlatmasını artık istemezdim. korkuyordum açıkçası, kim olsa bir gerilirdi şu an gerçi. "matthew." "tamam."

meddle about | haobinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin