3

350 45 31
                                    



"hao, arkadaşınız gelmiş. matthew bir yere mi gidiyorsun oğlum?" hanbin'e bakmayı kesip matthew'ün ensesinden tuttum. "hiçbir yere gitmiyor." elimi ensesinden çekip annemin yanına kaçmıştı. hanbin'i buraya kendisi çağırmıştı be şimdi gidiyordu. aklından ne geçiyordu acaba?

"annecim görüşürüz, koru beni." matthew tam kapıdan çıkacağı anda hanbin onu durdurup tek kaşını kaldırmıştı. o da bu duruma şaşırmıştı mantıken.

"ne oluyor burada?" "hiçbir şey hyung, sen buraya kadar gelmişken hao ile benim yerime bir şeyler izler misin? bir işim var da hazır zahmet ettirdim sana, bari benim sözümü sen tut." hanbin'in cevap vermesini beklemeden kaçmaya başlamıştı. yumruk yaptığım ellerimle en yakın arkadaşımın konuşmasını dinlemiştim. şeytan kesinlikle kimseyi umursamadan peşinden koşup onu yakalamamı ve öldürmemi söylüyordu fakat şeytanı dinlemeyecektim. henüz gençtim, tatilim yeni başlamıştı. "siz aranızda halledin çocuklar." annem gittikten sonra kapıdaki hanbin'e baktım.

"seni çağırdığını bilmiyordum." "kötü hissettiğini söyledi. ben de senin evin olduğunu bilmiyordum." kafamı sallayıp kapının önüne gittim. onu davet etmeli miydim? yakın bile değildik, bir şeyler izleyemezdik.

birbirimize sessiz bir şekilde bakmaya devam ederken hanbin, sessizliği bozdu. "ben gideyim o zaman." arkasını dönüp arabasına gitmeye yönelmişti ama onu durdurmuştum. "gitme."

peki, bunu diyeceğimi ben de beklemiyordum. tamamen iç güdümle hareket etmiştim. iç güdüm niye bana bunu söyletmişti? fazla düşünmek istemiyordum, gitmesin istiyordum işte.

yürümeyi bırakıp bana döndü. yüzünde şaşkın bir ifade vardı. "anlamadım?" "neyi anlamadın? gitme işte." "iyi misin?" "anime izleyelim mi?" "olur."

kapıyı daha çok açarak içeri geçmesini bekledim. şu an burada bulunan bu kişi ben değildim, bu ben olamazdım. o bile daha yeni tanışmamıza rağmen yaptığıma şaşırmıştı. en azından anime izleyecektik, değil mi? iyi yönünden bakmak lazım.

hanbin içeri geçtikten sonra kapıyı kapatıp önüne geçtim. "takip et beni." neredeyse koşarcasına merdiveni çıkmaya başlamıştım. yanaklarımın yandığını hissediyordum. ilk defa odama matthew dışında birini alacaktım. önceki sevgililerim bile evime gelmemişti. elim ayağıma dolansa da heyecan yapmamı gerektirecek bir şey yoktu. var mıydı?

vardı tabii. kendimi kandırmama gerek yoktu. ben de her gün odama birini almıyordum. odaya girmeden onu geri mi yollasaydım? kibar biri de değildim, keşke defol deseydim.

son basamağı da çıktıktan sonra odamın kapısını açtım ve içeri girdim. hanbin arkamdan girip kapıyı kapamıştı. şimdi en zor kısma geçiyorduk. izlemek istediğim anime romantikti ama imajımı bozmayacaktım. bu yüzden başka bir şey izleyecektik.

"belgesel izleyelim." hanbin üstündeki ceketi sandalyemin üstüne atıp benden önce yatağıma oturdu. benden büyük olmasaydı var ya, şu an onu bunun için boğabilirdim ama saygılı bir bireydim. en azından ben öyle düşünüyordum.

ben de yatağıma oturduktan sonra cevap vermesi için koluna vurmaya başladım. "evet ya da hayır demek bu kadar zor mu?" elimden tutup beni durdurduktan sonra aniden yüzüme yaklaştı. "hanbin demek bu kadar zor mu?" "ha?" "adımla seslenmiyorsun."

yüzlerimiz yakındı, kalbim de bir o kadar hızlı. bu duygudan nefret etmiştim. sevgilisi olan birini kalbimi hızlandırması beni iğrenç hissettirmişti. ellerimizi ayırıp yatakta biraz geriye gittim. konuyu değiştirme amaçlı başka şeyler konuşmalıydım.

"benimle belgesel izlemeyeceksen seni kovacağım sanırım." sırıtmıştı. "öyle mi oldu şimdi?" "öyle oldu." "bence bir şeyler izlemeyelim." "ne?"

meddle about | haobinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin