1

778 52 87
                                    



"gelmek istemiyorum ya, bırak beni." "yeter artık, sosyalleşme zamanı." "istemiyorum ben sosyal olmak falan! mutluyum böyle."

matthew beni yerde sürükleye sürükleye onunla gelmem için ısrar ediyordu. üniversite sınavına girmiştik, okul bitmişti ve yaz gelmişti. tüm yıl boyunca yaz gelmesini beklemiştim. sürekli uyuyacak, yemek yiyecek ve diziler izleyecektim. planım bu yöndeydi ama bu evin neredeyse ikinci oğlu olduğu için annem de ona destek oluyor, beni dışarı sürüklemesine izin veriyordu.

"hazırlanacak mısın artık hao ya? pijamanla sürüklerim seni görürsün."
"beni rahat bırak."
"hayır."

gitmek istediği yerde tamamen kendi arkadaşlarının olduğu bir evdi. hiçbir arkadaşını tanımıyordum, sadece isimlerini az çok hatırlıyorum ama görsem tanımam bile. matthew ne zaman onların yanına gitse her zaman kaçmak için bahane buluyordum. gerçekten ortam insanı değildim ve arkadaş istemiyordum. asosyallik değildi bu, arkadaş yapmak istesem yaparım ama istemiyorum işte.

"eğer kalkmazsan annen interneti kesecekmiş. dizi falan unut yani. bu yaz seni dışarı çıkaracağız." yerde yuvarlanarak kahkaha atmaya başladım. bir yıl boyunca bu anı beklemiştim ve dışarı mı çıkacaktım? cidden komikti. hayatıma karışan insanları tek tek boğmak istiyorum.

"git bu şakalarını aptal arkadaşlarına yap! gelmeyeceğim işte, ne yapacağım onlarla ya?" matthew yere oturup gözlerimin içine baktı. hayır yani, gözlerimin içine bakınca kanacağımı mı sanıyordu?

"lütfen, sensiz eğlenmek pembe kalp emojisi atmak yerine siyah kalp emojisi atmak gibi." gözlerimi devirdim. "hiç sorun değil, istediğin kadar eğlen." tam kalkacağım an kollarımdan tutup beni yere yapıştırdı. "ne yapıyorsun? of!" "bana bak, bugün benle ya geldin ya geldin yoksa seni arkadaşlıktan çıkartırım." "abartma." "çok ciddiyim."

gitse miydim? gidersem tüm gün köşede sessiz sessiz oturur, hepsine ters ters bakar ve soru sorduklarında soğuk cevap verirdim. böylece matthew arkadaşlarına hao da gelecek derse beni istemezlerdi. gitmem mantıklı olandı şu an için. hem beni rahat bırakacak gibi de durmuyordu maalesef ki.

"tamam, gidiyoruz." "geliyorsun yani?" "üstümü değiştireceğim, kalkmama yardım etsene." gözlerinin içi gülüyordu. bu kadar mutlu olacağını bilsem doğum gününde istediği formanın orijinalini almak için uğraşmazdım. herkesin mutluluk sebebi farklı oluyordu.

-

altıma baggy jean, üstüme de siyah sweatshirt giyip kapüşonu kafama geçirmiştim. tüm gün ölü gibi durup hepsini rahatsız etmek istiyordum. nasıl tipler olduklarını da bilmiyordum gerçi. matthew taksiyi durdurup parayı ödemişti ve inmiştik. "hadi bakalım, düş peşime hao." gözlerimi devirip ellerimi sweatshirtün ceplerine soktum. dışarısı çok sıcaktı ama kapüşon için bu sıcağa katlanmak zorunda kalacaktım sanırım.

normal bir siteye gideceğiz diye düşünüyordum ama burası resmen villaydı. ilk defa böyle bir yere gelmiştim. abartıldığı kadar güzel duruyordu, bu zenginlerin bizim okulda ne işi vardı ki?

matthew bahçedeki dış kapının ziline basmıştı. ben ise etrafa bakıyordum. taksideyken gözümü dinlendirdiğim için görmemiştim. mahalle zengin kokuyordu.

"hadi girelim." başımı sallayıp onu takip ettim. daha bir saat önce bu bahçenin yarısı kadar olan evimdeydim, şimdi burası çok garip geliyordu. "kimin evi burası? bu kadar zenginse bizim okulda ne işi var?" "ricky!"

tanıyacakmışım gibi sormuştum bir de. "çok açıklayıcı oldu." "görürsün şimdi." yanaklarımı şişirip yürümeye devam ettim. eve girene kadar bir kilo vermişimdir. "nerde bu evin kapısı ya?" "şu merdivenleri inelim, görürsün."

meddle about | haobinWhere stories live. Discover now