13. Bölüm "Senden Başka-2"

Start from the beginning
                                    

"Korkularla baş edebilmenin en iyi yöntemi, üzerine gitmektir. Aslında biz bu durumda altına giriyor oluyoruz, ama neyse. Bunlar önemsiz detaylar..."

Gülüyorum. Hayır, kıkırdıyorum.

"Bak," diyor. "Gülmeye başladın bile."

Cesur iki adım atıyor yağmura doğru. Tedirgin bir bakış fırlatıyorum gökyüzüne, bulutların kaşlarını çattığını görünce tekrar kaçırıyorum gözlerimi. Bora'ya dönüyorum.

Saçları yağmurla koyu kahverengiye dönerken beni de ıslanmam için binanın siperinden çekiştiriyor.

"Yağmurdan korkulur mu?"

Daha da sıkı çekince cayıyorum.

"Bora bırak, lütfen."

Israrını sürdürmeden kafasını sallıyor, şemsiyeyi bir asa gibi kaldırıp açıyor, büyü yapmış gibi pür bir sevinci gözlerinde yaşatarak bana bakıyor.

"Gel." diye davet ediyor tekrar. Elini uzatıyor.

Attığım adımın şimdilik küçük, ama geleceğim için büyük bir adım olduğunu ön göremeden teklifini kabul ediyorum. Hayallerimi, korkularımı da alıp tüm benliğimle peşinden gittiğimi sonradan öğrenecektim.

Koluna sıkıca yapışsam da, kalbimin göğsümü ağrıtırcasına çarpmasına engel olamıyorum. Nefeslerim düzensiz ve kesik kesik, ellerimin kanı çekilmişçesine bembeyaz ve buz kadar soğuk, bacaklarım kemiklerini kaybetmişçesine adımlarım uyumsuz olsa da Bora'nın dibinden ayrılmamayı yaşam amacım hâline getiriyorum.

Konuşmak, Bora'nın hobilerinden olmasa da sesiyle kaslarımın gevşediğinin farkında olmalı ki konuşmaya başlıyor.

"İnsanların neden yağmurdan kaçtığını anlayamam bir türlü." diyor, soğukta kelimelerinin havada bıraktığı beyaz buğuyu izliyorum. "Yağmur şeffaftır, Eylül. Kimseyi lekelemez ki... Temizler."

Bana doğru koşuyor sanki bakışları. Suyu kana kana içer gibi izliyor.

Mevsimlerin en güzeli sonbaharın en yumuşak rengini barındıran gözlerinde feda ediyorum kendimi ona cevaben.

Adımlarımız yavaşlayarak duruyor bizden habersiz, aramızdaki şemsiyeyi ortadan kaldırıyor Bora, birkaç yağmur damlası sızıyor hayatıma kendisi gibi.  Rahatsızlık vermeden, sorgulamadan, yargılamadan kendini sevdiriyor.

İki elimi de elleriyle kavrıyor, ilk adımımı attırmak ister gibi. Bakışlarımız birbirine dikilmiş gibi, ikimiz de sökmeye ne cesaret edebiliyoruz ne de kıyabiliyoruz.

Peşinden kâinatı sürüklercesine bir güçle, kara delik gibi çekiyor beni. Etrafıma bakamıyorum bile. Baksam görebilirim belki, yağmur damlalarının adeta yavaşladığını, tik takların atmayı bırakıp sadece yankılandığını, evrendeki tüm nefeslerin tutulduğunu...

Bir şarkı mırıldanmaya başlıyor Bora.

Kemanında çaldığı şarkı olduğunu yakalıyorum hemen. Gülümseyince gülümsüyor.

Diyorum ya, birbirimizin içine geçiyoruz gitgide. Ruhlarımız harmanlanıyor, bir süre sonra ayırt edemiyoruz parçalarımızı.

"Dinle," diye fısıldıyor eğilip. "Yağmur eşlik ediyor bize."

Gözlerini kapatıyor, ben de yumuyorum. İnce ve şeffaf iplikler gibi dökülen yağmura kaldırıyorum çenemi.

Her çaresiz kadının hırçın yakarışında olduğu gibi gözyaşıyla sonlanıyor bu fırtına da; yanaklarımıza, alnımıza, göz kapaklarımıza göğün ruhunun derinliklerinden gelen en mahrem duygu taneleri akmaya başlıyor. Bora şarkısını söylemeye devam ederken yağmurun fısıldadıklarını duymaya başlıyorum.

Haklı çıkıyor.

Yağmur temizliyor; ruhumu kanatan anıların ardından, kurumuş kan lekelerini siliyor, taze umutların bebeksi ten rengi çıkıyor altından.

Korku, kaskatı olan bedenimden kırılıp dökülüyor; toprağın binlerce metre altına karışıyor yağmur damlalarıyla beraber. Canımı acıtan hatıraları kanırtan gök gürültüsüne bağışıklık kazanıyorum. Şarkımıza uygun bir davul sesi olarak duyuyorum onu artık. Bora'nın hayatıma getirdiği değişiklikler bir mevsim gibi sızıyor hayatıma, renk katıyor.

İliklerimde bile hissettiğim notalardan ibaret bir senfoniyi, en güzel senfoniyi, zamanı eline geçirmiş gibi bir bilinçle yaşıyorum kalbimin derinliklerinde. Bora'nın yağmurla ıslanan dudaklarından ıslık olarak çağlayan melodi giderek daha da yaklaşıyor kulağıma.

Yağmur şarkımızı çalmaya devam ederken Bora'nın ıslığı yanağımda son buluyor.

Umutlarla ıslanmış toprak kokulu bir öpücük bırakıyor yanağıma, özgür kalan yüreğim kanatlanıyor.

Gözlerimiz buluyor birbirini. Hep bulurmuş gibi...

Kelimelere gerek kalmayacak kadar, avaz avaz bağırıyoruz bakışlarımızla. Sessizliğin efsunlu sakinliğinde yürümeye devam ediyoruz. Gözlerimizin bıraktığı yerden ellerimiz alıyor nöbeti. Islığın yerine, birbirini okşayan parmaklar geçiyor. Masum bir sevginin şımarttığı kalplerimiz yağmurun altında dans ederken nefeslerimizde birbirimizi duyabiliyoruz artık.

Çelik renginin güven verdiği bir gökyüzünün altında, ihtiyar ağacımızın hemen önünde, ıslak adımlarımız sonlanıyor. Ellerimiz birbirinden ayrılmadan önce fark ediyorum, şemsiyesini okulun orada bıraktığımızı. Veda etmeye kıyamadığımdan bunu söylüyorum sadece.

Omzunu silkiyor cevap olarak.

"Birazdan görüşürüz o zaman." diyor ağacı işaret ederek.

"Dikkat et gelirken," diye uyarıyorum. "Dallar kaygandır şimdi."

Gülüyor. Dudakları öyle güzel kıvrılıyor ki, resmederek sonsuza dek saklamak istiyorum bu anı.

Aynı sabah kapıdan çıktığım hâlimle karşılaştırıyorum kendimi. İlgisizlikle kurumak üzereyken sevginin can suyunda boğuluyorum şimdi.

Ama hiçbir şikayetim yok.


Not: Biraz daha toparladım, güzel dilekleriniz için teşekkürler. Şu anki havaya o kadar güzel uydu ki bölüm, umarım siz de keyif alırsınız... (Hafta içine yeni bölüm gelir.)

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now