Birkaç saniye süren bakışmamızı kesen kişi bendim. Gözlerimi kaçırdığımda o da çok durmadan kafasını önüne çevirmişti. Bana bakmadığı için ona bakmaktan çekinmedim.

Hafif eğik kafasını kaldırmadı uzun bir süre. Belki de onu izlediğimi biliyordu. Sadece onu çözmeye çalışıyorum. Ne kadar geçtiğini bilmiyordum. Sessizce oturmaktan ikimizde rahatsız durmuyorduk.

Sonuçta abimdi o benim. Yanında rahatsız hissetmemem normal olmalıydı. Kardeşler de böyle hissettiriyordu aslında değil mi? Daha önceden bu konuda hep yalnız olduğum için nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Belki de Aytunç veya Polat'ı da abilerim olarak görüyordum ha? Kardeşlik onlarla aramdaki bağ gibi miydi yoksa şuan Demir'in yanında hissettiğim o garip, tanımlayamadığım his gibi miydi? Nasıl olması gerekiyordu ki?

Ne olursa olsun hep yanında durmak mıydı? Sinirlendiğinde trip atma hakkım vardı değil mi? Gerçi ben trip atan taraf olmazdım genellikle. Belki de hiç sözcüklere bile ihtiyaç duymadan anlamaktır birbirimizi.

Daldığım yerden çıkıp Demir'e baktım tekrar. Sıkıntılı bir yüz ifadesiyle yere bakıyordu. Şuan da aramızda olan şey neydi peki? Birbirimizi anlıyorduk değil mi? Abimdi o benim. Anlıyor olmalıydık.

Odaya ilk girdiğinde dediğim şey aklıma geldi. Onu anlamıştım. Çatık kaşlarla ona baktım. Nasıl anlamıştım?

"Neden bana o kadar dikkatli bakıyorsun ki." dedi kendi kendine.

Bana yandan bir bakış attığında sanki içinden söylemesi gereken bir şeyi seslendirmiş gibi kısa bir an duraksamıştı. Daha sonra bozuntuya vermeyip sesli bir şekilde iç çekti ve yeni çıkmaya başlamış sakallarını kaşıdı.

"Babama söyledim." dedi. Bana döndü. "Geldiğinde, belki seninle konuşmak isteyebilir."

Kafamla onayladım. "Muhtemelen sadece dinleyen taraf olacağım." dedim dürüstçe. "Anlatacak bir şeyim yok. Anlatabileceğim her şeyi biliyorsunuz."

Dudakları kıvrılmıştı. Nedenini anlamadım. Tam ağzını açmıştı ki titreşim sesi doldurdu kulaklarımı. İkimizin de dikkati yatağın yanında şarja takılı olan telefonumu bulduğunda yerimden kalkmadan telefonuma uzanmıştım.

Şarj aletini çıkarıp komidinin üzerine bırakarak ekrana çevirdim bakışlarımı. Telefon rehberim çok kalabalık olmadığından az çok kimlerin arayacağı belliydi zaten. Özellikle bu saatte.

Gerçi saat daha 7 bile olmamış olabilirdi ama olsundu. Demir'e kısa bir bakış attıktan sonra çağrıyı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüm.

Arayan Aytunç'tu. Acil olmak ihtimalini düşünerek açmıştım. Eğer öylesine aradıysa daha sonra tekrar onu arardım.

"Mevsim,"

"Efendim?"

"Nasılsın bebeğim?"

Her zaman ki gevşek hitaplarına normalde takılmasamda şuanda karşımdaki Demir'in varlığı nedense bana olan hitabı yüzünden gerilmeme neden olmuştu. Duymazdı değil mi? Yanlış anlaşılmaktan nefret ediyordum ve çoğu zaman açıklama yapmak bile gelmiyordu içimden. Ve eğer öyle bir şey olursa açıklama yapacağımı sanmıyordum.

Derin bir nefes verdim. "İyiyim. Sen?"

"Bende iyiyim." dedi kısaca. Bir şeyler söyleyeceğini fark ettiğimde sessiz kalarak onu dinlemeyi seçtim. "Yarın karneler günü,"

Bakışlarımı Demir'e çevirdim. Bana bakarken ona baktığımda kafasını sakince önüne çevirmişti. "Geleceksin değil mi?"

Gözlerimi oturduğum yatağa sabitledim. Okula gitmek... Dışarı çıkmak... Daha bugün neredeyse ölecektim be.

EN FAZLA NE OLABİLİR Kİ?!Where stories live. Discover now