Zayn elleri cebinde, yine her zamanki dümdüz takım elbisesiyle bizi izliyordu. "Onu arayan bendim," dedikten hemen sonra Liam'ı çekmişti. Niall ve Liam benimle dört ay konuşmazken Zayn nedenini bilmediğim bir şekilde ilk aylar benimle bütün gün, her boşlukta konuşmuş, sonrasında ise ondan bir daha haber almama izin vermemişti.

Bedenim Zayn'in kolları arasındayken ağlama isteğimi bastırmak her geçen saniye daha da zorlaşıyordu. Belki de Louis'nin yanından gelmişti buraya. Saatler önce aramızda kilometreler varken şimdi bu kadar yakın olmak fazla iyi hissettiriyor ama aynı zamanda canımı acıtıyordu. "Teşekkür ederim Zayn."

Elleri sırtımda son kez dolaştıktan sonra rahat bir nefes alabilmiştim nihayet. "Kahvaltıya gidiyoruz ama bu sefer de Los Angeles'a gitme gibi bir düşüncen yoksa."

Niall bununla ilgili daha sonra çapraz sorguya çekeceğini belirten bakışlarını üstümden çekti. Elini omzuma atıp kafasını da yanına yasladığında, telefon ve cüzdanımı alıp çıktım.

Louis, Louis, Louis. Tek merak ettiğim ve istediğim Louis'ydi, ama bunu sormak için ne yeterli cesaretim vardı, ne de gücüm. Tekrar en başa dönmekten «Sanki gözle görülür bir yol kat etmişim gibi» korkuyordum.

"Akşam yemeğe gideceğiz, haberin olsun. Louis'de geliyor." Sadece koca bir SİKTİR.

"Fazla yorgunum," dedim, sanki Niall söyleyene kadar, günün her saati onu düşünmüyormuşum gibi.

"Harry haklı, Louis'de dinlenmesini ister zaten. Başka bir güne erteleyebiliriz."

Aynı cümlede adımızın birlikte geçmesi bile, omurgamdan aşağı, neredeyse sarsılmama neden olan bir ürperti inmesine sebep olmuştu. Benim dinlenmemi istemesi ise elimi, yerinde olup olmadığını kontrol etmek için kalbim üzerine koymama neden oluyordu az daha. Zayn sadece ona olan hislerimi, gördükleri ve sessiz kabullenişimle biliyordu. Louis ona anlatmış mıydı? Dahası, anlatacak kadar önemli miydi onun gözünde? Ya da sıradan bir konuşma sırasında, geçmişten tatlı hatıralar olarak anlatacak kadar değersiz olabilir miydi?

"Siz gidin. Benim çok işim var daha, gitmeden önce kahvaltı yapmak için aldığım mısır gevreği hariç birşey yok evde."

"Evet, o yüzden şimdi kahvaltı akşam yemek." Buna daha fazla devam edersem Niall'ın şüphelenmesi ve daha da ısrar etmesi dışında bir yere varamayacağımı bildiğimden sessiz kaldım. Kahvaltı yaptığımız sırada ikna edebilirdim.

Zayn'in arabasıyla yarım saat kadar sonra gölün yanında, açık havada kahvaltı yapabileceğimiz bir yere gelmiştik. Yuvarlak masa ve beyaz demir sandalyelerin üzerindeki örtüler ile, masanın üstündeki çiçeklerin, kendileri kadar canlı olan renkleriyle bile önümdeki göl manzarası ve yandan görüş açıma giren sarı saçları gölgeleyemiyordu.

Kocaman yemyeşil bir arazinin ortasına konulmuş gölün hemen dibindeki bir masada oturuyorduk.

"Evet, şimdi dört ay boyunca ne yaptığını ve telefonda o anlattığın 'yere oturup ağladım ama hiçbiriniz gelmediniz' saçmalığını anlatıyorsun. Kafayı yedim düşünmekten!"

Ağzımdakini yuttuktan sonra çayımdan büyük bir yudum aldım. Bunu bilmiyorlardı ve anlatmayı düşünmüyordum, ve hatta hatırlamak. Günün birinde anlatacaksam da o gün bu gün değildi. Şu an keyfim ne kadar yerinde olabilirse o kadar yerindeydi.

"Dört ay boyunca hiçbir şey yapmadım. Ciddi anlamda bir hiçti benim için. Var yok arası yaşadım dört ayı." Diğer sorusuna gelmemek için olabildiğince uzatmaya çalıştım.

"Konuştuğum tek insan resepsiyonist kızdı. Ah, birde asansörden inen bir çift iyi akşamlar demişti." Önümdeki tabağa geri döndüğümde şaşkınlıkla açılmış ağızlarını kafamı tekrar kaldırdığımda görecektim.

Two hearts in one home | LarryTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon