Bring me back

111 16 3
                                    

Los Angeles'da 3. ayın sonlarına doğru.

Etraf hala karanlıktı ama aramızda kilometreler olsa da yanı başımda gibi görünen U.S bank sanki tüm şehri aydınlatıyor gibiydi.

Telefonumu alıp ekrana baktığımda yine Zack'in mesajları hariç bir bildirim göremeyince tekrar yerine bıraktım. Güneşten bir iz yoktu daha. Uyumadan önce daha fazla dayanamamış, Zayn'in numarası üzerine dokunmuştum ama telefonu kapalıydı. Deyim yerindeyse, delirmek üzereydim, artık onlara ulaşmak istemediğim ya da gurur yaptığımdan değil, ulaşamadığım için iletişim kuramıyordum. Niall ve Liam'ın sesini her gece yatmadan önce hatırlamaya çalışıyordum ama çocukluk arkadaşlarım yerine dört aydır tanıdığım Louis'nin sesi sanki damarlarımda dolaşıyordu. Kalbimde gereğinden fazla oyalanıyor, tüm bedenimi gezdikten sonra beynimde yankılanmaya başlıyordu en son.

Teninin sıcaklığını hala hissediyordum, dokunuşlarını. Saçlarım sanki Louis'nin ellerini özler, dudaklarım dudaklarını ister gibi kuruydu. Acıyı her parçamda hissediyordum ama yine de tüm benliğimle onu istiyordum. Aynı evde oluşumuzun nasıl böyle sonuçlanabiliyor olmasını, onun gözünde gayet normal oluşunu ve bunu çekinmeden söylemesini asla anlayamıyordum ama onu istiyordum.

Saatlerce oturup onu izlemek ya da her santiminde ellerimi gezdirmek, yaralarını sarmak tek ilacımdı, biliyordum ve ben asla iyileşmeyecek, bulunduğu durumdan kurtulmak için çabalamayan umutsuzca bekleyen bir hastaydım. Bilmedikleri; çabalamamam daha çok batacağımı bildiğimden değil gücüm olmadığındandı. Belirgin elmacık kemikleri ve yumuşak sakalları üstünde; şu anda bunun için uyumuş halde farkında olmadan birbirlerine zarar veren parmaklarımı gezdirmek tek ilacımdı.

Burnum kokusunun en yoğun geldiği yerde boynundaydı, ama şimdi varlığını bile zor hissediyordum. Aynı gecenin sabahı ne olmuş olabilirdi de, burnunu saçlarıma gömüp uyuyan Louis, gece ne düşünmüş ya da ne hissetmişti de tüm bunlara göz yummuş, gitmeme izin vermişti?

Yataktan kalkıp merdivenlere yöneldiğimde, elimdeki telefonun çalmasıyla, önümdeki basamağı bir hayli yavaş inmek zorunda kalmıştım. Aramayı anında cevaplayıp kulağıma dayadım ama konuşmadım, salt sessizliğin içindeki kulak tırmalayan, geride kalan iki ayın acı çığlıklarını dinledim.

"Harry." Sarışının sesi o kadar boğuk ve bitkin geliyordu ki, sesini duyduğum için mi yoksa bunun için mi ağlamalıydım bilmiyordum. Basamağın üstünde havada kalan ayağımı çekip merdivenlere oturdum. "Niall," diyebildim sessizce.

"İyi misin?" Yüzümdeki gülümseme daha da büyürken sanki her an gidebilirmiş ya da ben uyanabilirmişim gibi özenle seçmeye çalışıyordum kelimeleri ama son üç -buçuk- ay aklıma geldiğinde sıktığım yumruğum bileğimden omzuma uzanan keskin bir acıya sebebiyet vermişti.

"Çok iyiyim, sen?" dedim az önceki konuşmalarımızda nazaran daha hızlı ve sert bir tonda. Vereceği cevabın acısını dudaklarımdan çıkarıyorken nedenini sormak istedim. Bir anda gitmem miydi sorun? haber vermeden. Günden güne yok saydığım gururum hala inatla adını haykırırken uzaklaşmak istemem miydi bahaneleri?

"Seni çok özledik." Pekala, gözlerim şu an hayatı buğulu bir şekilde önüme seriyor olabilirdi ama bu komikti. Bu yüzden mi aylardır tek bir mesaj bile atmadın İrlanda? Sessizce bekledim.

"Zayn ile her konuştuğunda yanındaydık ama biliyorsun." Bahsettiğinin Zack olduğunu bilsem de şu an sırası değildi.

"Endişelendik gerizekalı! Zack piçi yerini de söylemedi." Yanaklarım ıslanırken sesimin boğuk çıkmasını umursamadan konuştum,

Two hearts in one home | LarryWhere stories live. Discover now