MINI PART 3

360 18 6
                                    

Karnımdaki sancı git gide artarken bebeğimize bir şey olmasından korkuyordum.

Onu kaybedemezdim.

Arkamızdan silah sesleri duyulurken marco son hız patika yolda ilerliyordu. Ana yola çıktığımızda alnımdaki saçlarımın dipleri terden ıslanmıştı.

Yağmur fırtınayla karışmış arabanın camını çarşaf gibi örtüyordu. Bu şekilde bir yerlere gitmemizin imkanı yoktu.

"Marco kaza yapacağız lütfen kenara çek. Bu şekilde gidemeyiz"

Beni dinlemeyip arabayı sürmeye devam etti.

Hastaneden küçük klinik gibi geldiğimiz bu yer oldukça tanıdık gelmişti, burası hamile olduğumu ilk öğrendiğim zaman geldiğimiz yerdi.

"Hadi perla tutun bana"

Kollarımı marconun boynuna dolayıp beni kucağına almasında yardımcı oldum.

"Eşim hamile yardım edin kanaması var!"

Marco bir hışımla içeri girdiğinde Hemşireler çoktan etrafımızı sarmıştı.

Ellerim titriyor sanki birisi göğüs kafesime oturmuşta ruhumun bu etten bedenden sıyrılıp göğe kavuşmasını bekliyordu.

Sedyeye yatırdıklarında gözlerimi sımsıkı kapatıp canıma can katan küçük bebeğimin bana bağışlanmasını dilemiştim milyon kez tanrıdan...

*MARCONUN ANLATIMINDAN*

Perlanın küçücük kalmış vücudu sedyeye yayılmış başında doktor ve hemşireler dolanıyordu.

"Marco bey lütfen dışarı çıkın. Bakın sizin de kanamanız var benimle gelin lütfen"

Kolumu tutan hemşireden kurtulup parmaklarım saçlarımdan tutup çekiştirdi.

Alexi yok ederken tüm bunların bir sonunun geldiğini düşünmek benim hatamdı.

Perla benim yüzümden burda bu haldeydi.

"Marco bey lütfen!"

Bakışlarım sinirle açık mavi formasına kanlar sıçramış sarı saçlarını arkadan örmüş olan hemşireye baktığımda ellerim yavaşca isim kartına gitti. Baş parmağımla usulca sildim adının üzerini lekelemiş olan kanı.

Perlamın kanı...

"Aisha,"

Mavi titreyen gözleri birkaç saniye yüzümde dolanmış daha sonra ısrarcı kelimleri tekrar dökülmüştü rengi ten renginden farkı olmayan dudaklarından.

"Zorluk çıkarmayın lütfen. Şöyle geçin pansuman için malzeme getireceğim"

Birkaç adım gerilediğimde müdahale odasının camlı kapısı otomatik olarak kapanmış perlam perdeler arkasında bir başına kalmıştı.

Sinirle kapıya birkaç yumruk atıp hızla klinikten çıktım. Şimdi hepsinin ebesini sikmeye gidiyordum.

Arabaya binip dağ evinin yolunu tuttum.

"Polo, naptın?"

"Dediğini yaptım. Depoya gidiyorum."

"Geliyorum"

Arabanın lastikleri karanlık asfalt yolda son ses yankılanırken u dönüşü yapıp depoya doğru sürdüm.

Eğer tüm bunlar Anderin işiyse bu sefer Anderin ipini çekecektim. Sırayla soylarını kurutacaktım soysuzların.

Çok geçmeden deponun önünde durup hızla içeri girdim.

Karşımda sandalyede bağlı iki adamı görmemle yanlarına gidip yumruğu savurmam bir olmuştu. Ikisi de yere düştüğünde Polo kolumdan tuttu.

"Sakin ol Marco! Onlar konuşmadan ölmeyecekler bu gece unutma"

"Sen iyi misin?"

Kazağının uçları kana bulanmış olan Poloya baktığımda geçiştirmek için yalandan bir şeyler söyleyip sandalyeleri kaldırdı.

"Küçük bir sıyırık sadece. Hadi şu işi halledelim"

Gözleri bağlı iki adamı doğrulttuğunda ikisini de gebertmemek için zor duruyordum.

Gözlerindeki bağı açıp karşılarına geçtim.

"Söyleyin lan kimin köpeklerisiniz!"

"Köpekliği en iyi sen bilirsin Marco"

Pis pis sırıtan adama yumruğu geçirmemle adam tekrar yere düşmüş ve ağzına dolan kanı yere tükürmüştü.

"Kaldır şu piç kurusunu!"

Polo adamı tekrar kaldırdığında adama daha da yaklaşıp gözlerinin içine baktım.

"Diri diri gömerim sizi buraya o köpeği olduğunuz şerefsiz saçınızın telini bulamaz duydun mu beni! Şimdi söyle kim gönderdi sizi?"

Üç seçenek vardı; Ander, Taeoh, büyük abi.

"Söylemediğiniz sürece ölmek için yalvaracaksınız bana"

Polo arkadan malzemeleri getirip önlerine koyduğunda birbirlerine bakıp daha sonra bana döndüler.

"Söyleyecek misiniz?!"

"Istediğini yap! Senden korkmak bizim gibilerin kitabında yoktur Marco bey!"

Polo su dolu kabı çırıl çıplak soyduğu adamların ayaklarının altına yerleştirip
Ucu açık elektrik kablosunu suya bıraktı.

"Marco söylesene ilk olarak kaç voltla başlamalıyız sence?"

Adamlardan biri alayla Polonun bu dediğine gülerken cebimden çıkardığım bıçağı adamın testislerine saplayarak tahta sandalyeye çakmıştım.

Kulaklarıma dolan acı çığlıkla zevkle gülümsemiş ve Poloya işaret etmiştim.

Elindeki sistemi en düşük volta ayarlayıp elektriği verdiğinde iki adam da birkaç saniyeliğine kendilerinden geçmişlerdi.

Adama doğru yaklaşıp bıçağı sapladığım yerden çıkardım. Bıçağa bulaşan kanını yanaklarına sürerek konuştum.

"Siz bilirsiniz. Kimin için çalıştığınızı söyleyene kadar sizi delik deşik edeceğimi bilin yeter"

İkinci bir işaretle Polo bir seviye daha yükseltip elektriği verdiğinde ikisi de kendinden geçmişti.

"Tabi siz burda kül olana kadar ya da dediğim gibi söyleyene kadar!"

*PERLANIN ANLATIMINDAN*

Uyandığımda klasik bir hastane odasının içerisindeydim. Marco yanımdaki koltukta uyuyordu.

"Marco..."

Usulca çıkan sesim çatallaşmış dilimle kuruyan dudaklarımı ıslatmıştım.

Elim karnıma gittiğinde gözlerimi sımsıkı kapatıp birkaç damla yaş süzülmesine izin verdim.

Sizce tüm bunlara neden olanlar kim?
Perlanın bebeği yaşıyor mu?
Yorumlarda bekliyorum fikirlerinizi

Hepsi diğer bölümde sizleri bekliyor.
Yorum ve beğeni sayısı arttığı taktirde uzun bölümler gelecektir. Sizi çok seviyorummmm keyifli okumalar ❤️❤️

Ispanya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin