26. Bölüm

209 61 417
                                    

Yine, yeni, yeniden merhabalar! Birkutsalpatates iftiharla sunar, keyifli okumalar. (Okunma sayısı yine düşüşe geçti, bu Wattpad'in bana bir oyunu mu bilemedim ama siz sevgili okuyucum lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin)🗡

Ooh, who said it's true
That the growing only happens on your own?
They don't know me and you
~Grow As We Go, Ben Platt

Puhu

Kitapçıya geri döndüklerinde ilk karşılarına çıkan savaştan dönmüş gibi duran Prens Rona olmuştu. Vulcan, kucağındaki Suiyesi'ni bulduğu ilk koltuğa yatırırken Rona'nın dağılmış haline gülmüştü Kuzgun ve Kerkenez'le birlikte. "Başına ne geldi senin böyle dostum?" demişti.

"Hiçbir şey." demişti Rona asık bir suratla. Puhu, sık sık kendisine çevrilen gözlerine anlam verememişti.

Kuzgun "Sadece bir mağarada yalnız başına saatler geçirdin ve başına gelmeyen kalmadı değil mi?" diye Rona'ya sorduğunda prensin resmen dağılan sarı saçlarının arasından -ki kirden pek de sarı durmuyordu- bakan gözleri parlamıştı.

"Seni de mi öyle bir teste tabi tutmuştu?" diye tek kaşını kaldırarak sormuştu. Yüzünde, Kuzgun'a yöneltilen sert bir ifade oluşmuştu.

"Geleceğini parlak gördüğü yeni büyücü ve cadıların gücünü böyle açığa çıkarıyor." demişti Puhu. Önce kendisinin ve sonra Saka'nın da Ateş Böceği Mağarası'nda geçirdiği bitmeyen saatleri hatırlayarak. Birisi evrenin kum saatini boşaldıkça ters çevirip yeniden zamanı başlatıyormuş gibiydi. O büyülü yerde zaman burada olduğundan farklı işliyordu. Orada geçmek bilmeyen vakit burada su gibi akıyordu.

Erkekler kendi aralarında konuşmaya devam ederken Kerkenez'le birlikte Saka'yı -Suiyesi'ni- kitaplarla kaplı başka bir odaya almış ve büyüyle uyanana kadar onu küçük bir alana hapsetmişlerdi.

"Ah, bunu yapmak bayağı zordu, ha?" demişti Kerkenez koluyla alnını silerken. İkisi de boşalan sinirleriyle kıkırdayarak gülüşmüşlerdi ve uzun süre sonra bunu yeniden yapmak Puhu'nun hoşuna gitmişti.

İkisi erkeklerin yanına döndüğünde Rona'nın yıkanmaya gittiğini öğrenmişlerdi. Vulcan'ı Suiyesi'nin başında bırakmış ve Kuzgun'dan öğrendikleri kadarıyla Balıkçıl'ın olduğu bir salona gitmişlerdi üçü. Puhu kitaplarla dolu her odayı gördüğünde şaşırmadan edemiyordu. Kitapların hiçbiri illüzyon değildi, birkaçını açıp kontrol etmişti.

Çok sevdiği bir roman serisinden en sevdiği alıntılardan birini bulmuştu örneğin. "Ama ah, Gilbert, asla masal diyarlarını unutacak kadar yaşlı ve bilge olmayalım*." diyordu kitapta.

Masal diyarları... Büyünün, savaşın, cadı ve büyücülerin, acıların olmadığı; mutlu sonların, yalnızca sıradanların, kavuşmaların ve ailelerin, prens ve prenseslerin olduğu diyarlardı masal diyarları. Bu alıntı bu sefer okuduğunda onu korkutmuştu çünkü sihirsiz kalmak ne demek artık biliyordu.

Sihirsiz yapamayacağını biliyordu.

Üçü Balıkçıl'a baloda neler olduğunu anlatırken Balıkçıl Puhu'nun anlam veremediği bir gülümsemeyle onları dinliyor, kaleminin tüyüyle oynuyordu. Masasının üstünde ikizi gibi duran kedisi de aşağı sallandırdığı kuyruğunu aheste aheste sallıyordu.

Puhu, kralı öldürenin kraliçe olduğunu söylerken Kerkenez ve Kuzgun'u şaşırmıştı ama aynı şaşkınlık Ateş Böceği Mağarası'ndan gelen ve bunlardan haberi olmasının mümkün olmadığı Balıkçıl'da belirmemişti. Ayrıca Puhu babasının öldüğünü -suikaste uğradığını- Rona'ya söyleyecek kişi seçilmişti.

VE LANET SONA ERERWhere stories live. Discover now