24) Acıya Yenik Düşen Aşklar
Yürüdüğüm ıslak kaldırımda gözlerim yerde, düşüncelerimi eze eze ilerliyordum usulca. Akif Hoca'nın odasından ayrıldığımdan beri beynimin içindeki rüzgârlar beni hiç bilmediğim kıyılara sürüklemişti ve şimdi de kıyıya vurmuş bir balık gibi çaresiz hissediyordum kendimi.
Bu çaresizlik anlatamamaktandı. Kimseye bir şey söyleyememek, anlatamamak, anlatsan bile anlamayacaklarını bilmek, boşa nefes tüketmek veyahut yanlış anlaşılabilecek olmak en başından tüm umutları bir bir yıkıyordu. İnsanı her şeyden soyutlayıp hiç bilmediği diyarlara gönderiyordu. Yalnızlaştırıyor, buna mahkum hale getiriyordu.
Yanlışlık sızıyordu hayatımın bir yerlerinden. Yanlışlık hissi tüm damarlarımda geziniyor, beynimin en ücra yerlerinde kendine yuva buluyordu. Kendimi zorlamak, aklımı, zihnimi zorlamak hiçbir sonuç vermiyordu. Ozan'ın varlığından şüphe duyduğum her vakit babamın sözleri yankılanıyordu içimdeki ıssız vadilerde.
''Yakında ne gerçek ne değil ayırt edemeyeceksin...''
Gerçek ve hayalin kol kola yürüdüğü bu yolda onların peşine takılan biriydim sadece ben. Hangisine inanacağımı seçmek benim elimde değildi. Onlardan birini seçmek zorunda olduğumu dahi bilemezdim ki...
Beynim zonkluyordu. Düşünceler, içinden çıkamadığım düşünceler canımı acıtıyordu.
Yüzünden grisi silinmeyen gökyüzü yağmur damlalarını yeryüzüne iletmeye hazırlanırken çaktı parlak bir şimşek. Göklerin ardında, bulutların da gerisindeki o hayatta fırtınalar, kıyametler kopuyor bizse burada sadece yağmur damlalarını görüyorduk. İçinde fırtınalar kopan, yüreği kan ağlayan insanların yüzlerinde sadece gözyaşlarını gördüğümüz gibi.
Ama senin gözlerin ağlamayı bile unutmuş münzevi.
Usulca adımladığım, sadece karşıdan karşıya geçerken kafamı yerden kaldırdığım anların birinde tam karşı kaldırımda görmüştüm onu. Başına geçirdiği kapüşonlu ve trafik işaretine yasladığı tek omzuyla sadece yüzünün bir kısmı görülüyordu. Elleri cebinde, dudağında sarkan bir sigara... Kalbimin içindeki gürültülü heyecan, saatlerdir kafamın içinde dönüp duran tüm düşünceleri teker teker yok ettiğinde derin bir nefes aldım. Söyleyeceğim kelimeleri seçmeye başlayacaktım ki yeşil ışık yandığını görüp karşıya geçmek için kendini toparladığında yüzü girdi görüş açıma.
O değildi. Yine bir hayal gözümün önünde uçup gitmişti.
Ağlamak için o uçurumların dolması gerek belki de. Uçurumdan atlamak ölmek demek değildi sadece.
Senin uçurum mavisi gözlerin benim inanmak istediğim tek gerçeklik münzevi. Hayal bile olsan, sevmeye devam edeceğim seni.
İçimde yaşatmaya devam ettiğim ve edeceğim sevgiyle birlikte gelmiştim Güzeşte Sahaf'ın önüne. Kafam oldukça dağınıktı. Nereye gideceğimi bilememiştim fakat eve gitmek istemediğimden emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜLDEN KÜLE
General Fiction''Ben senin o parklara bahçelere bıraktığın kitaplar gibiyim. Beni bırak, beni terk et ama beni okumalarına izin verme.'' ''Ben de senin içip içip sokaklara fırlattığın izmaritler gibiyim. Beni iç, beni bitir ama üzerime basıp geçme.'' Fransız Dili...