33.BÖLÜM - MECRUH

305 152 208
                                    




Herkese merhaba! 30,3K olmuşuz! Destek veren, okuyan herkese teşekkür ederim. Hep birlikte yüz binler, milyonlar olmak dileğiyle! Otuz üçüncü bölümle karşınızdayım. Yorgun'un her daim desteklerinize ihtiyacı var. Yıldızları parlatmayı unutmayalım!

Satır arası yorumlarda buluşmak ümidiyle!

Oy veren, okuyan, yorum yapan, destek veren herkese çok teşekkür ederim. Keyifli okumalar dilerim...


Bölüm Şarkısı: Lilium – sleeping inside

Derinlerde bir yerdeyim. Uçurumdan düştüm. Çok aşağı düştüm. Anılar solgun benizli bir suret olarak önümden geçti. Zaman şimdi terkedilmiş bir evdeki gri sessiz koridordan ibaret. Çok üşüyorum. Basamaklarda adım, gıcırtısı evin içini dolduruyorken kapıyı buluyor ve açıyordum. Karşımda bütün heybetiyle deniz dururken etrafta kimseler yoktu.

Ağır adımlarla dışarı çıkmıştım lakin dışarının da evden bir farkı yoktu. Gri bulutlar gökyüzünü sarmış, deniz siyaha yakın bir benizle hemen dibimdeydi. Kapatıyorum gözlerimi. Dinliyorum belki de son kez denizin dalga sesini. Kurduğum birçok hayalde de böyle matemli bir havada deniz kenarında yürüyordum. Yürüyüşüme eşlik etmeye başlayan yağmur saçlarımı ıslatıyor ardından kumda bıraktığım ayak izlerimi hiç adım atmamışçasına büyük bir maharetle siliyordu.

Adım attıkça kurşun gibi ağırlaşan elbisemin eteklerinden kan akıyor, akan kan denizin dalgalarına karışıyordu. Kuşlar denizin eteklerimden akan kan nedeniyle git gide koyulaşan benzini gördüklerinde çığlık atıyor ama bana hiç bitmeyen şarkılarıymış gibi geliyordu. Hüzünlü, iç parçalayıcı bir ağıt...

"Hoş geldin "işittiğim kalın sesin sahibine döndüğümde onu görmeyi beklemiyordum. Mustafa Taşkıran denizin ortasında iki kolunu babacan bir tavırla açmış tebessüm ederek bana bakıyordu.


"Siz yaşıyor musunuz? "Sesime yansıyan şaşkınlık ve telaş eşliğinde elbisemin eteklerini toparlayarak denize adım attım "siz yaşıyorsunuz! "Heyecanla bağırarak denizin içinde Mustafa Taşkıran'a doğru koşmaya çalışırken ayağım yerden kesilmiş denizin içine düşmüştüm. 


"Gitmeliyim "boğuk sesi suyun altında kulağıma çalındığında bütün gücümü kullanarak denizin üstüne çıkmayı başardım. Karşımda Mustafa Taşkıran değil gri bulutlar vardı. Yalnızdım. Yalnızlık bu denli büyük ve bu denli acımasız mıydı? Dalgalar beni kucaklamalı ait olduğum yere bırakmalıydı. Eteklerimden akmakta olan kan denize büyük bir hızla yayılmış, kana bulanmış tuzlu su kan kokusu eşliğinde hırçın dalgalarını göğsüme doğru vuruyordu.

Yağmur hızlandı. Kuşlar çığlık atmaya başladı. Kötü anıların eşiğindeydim sanki. Korku yoktu. Rüzgâr daha sert esmeye başladı. Poyraz saçlarımı dövüyor bazen bir annenin şefkatli eli gibi saçlarımı okşuyordu. Mırıltılar... Kulağımı tırmalıyordu. Mustafa Taşkıran'ı görmek umuduyla dönüp ardıma baktım.

Kendimi görüyordum. Ağlıyordum. Bir şeyler sayıklayıp yere çöktüm. Biraz sonra çocukluğumu gördüm. On bir yaşındaki halim elinde yazı yazdığım pembe renkli ilk defterimi tutuyordu. Yanına yedi yaşında kalmış bir dişi olmayan kucağında oyuncak bebeğiyle çocukluğum geldi.

İkisi birlikte pembe renkli ilkyazı yazdığım defterimi açtılar. Kelimeler, harfler büyük bir kargaşayla sayfaların arasından sıyrılıp dört bir yana dağılıyor; hüzünlerimi, acılarımı, çığlıklarımı haykırıyordu. Istırap beni kanlı denizin ortasında kalbimden vururken zaman şimdi sadece defterin arasına sıkışan bir kâğıt parçasına dönüştü. Kelimeler dudağımı mühürleyerek sırra kadem basıp ufka doğru gittiler.

YORGUNWhere stories live. Discover now