1.9

54 5 2
                                    

Dizlerimin üstünde sürünerek kafesten çıkmaya çalışırken doktor arkamdan beni izliyordu. Elimle önüme düşen ıslak saçımı geriye atmaya çalıştım. Uzun süre su işkencesi görmüştüm. Ne olduğunu bilmediğim bir iğne daha yemiştim. İğneden sonra yavaş yavaş hareketlerim kısıtlanmıştı. Kendimi hareket ettirmekte zorlanıyordum fakat bilincim tamamen açıktı. Maruz kaldığım su yüzünden bir yandan öksürüyor bir yandan da kafesten çıkmaya çalışıyordum. Emekleyerek çıktığımda çıkış kapısının yanındaki adamlar üstüme gelmek için hareketlendi.

"Gerek yok!"

Doktor'un direktifiyle oldukları yerde duran iki adam tekrar eski yerlerine döndü. Bense derin nefesler alarak kaplumbağa kadar yavaşlıkta hareket ediyordum. Kolumu kıpırdatacak halim yoktu fakat can havliyle bir şeyler deniyordum işte. Doktor yavaşça arkamdan geliyordu. Bu halimden zevk alıyor olmalıydı. Yüzünü göremiyordum fakat bana yaptığı şeyler hoşuna gidiyor ve alayla gülümsüyor olmalıydı.

En sonunda dermanım kalmadı ve olduğum yerde durdum. Soluklanmaya başladım. Gözlerimin önüne bir çift postal bot geldiğinde başımı yine aynı yavaşlıkta kaldırdım ve tepemden bana bakan doktora baktım. Yüzü tahmin ettiğim gibi değildi. Hiç zevk alıyor gibi bir hali yoktu. Sinirli yüz hatları ve yorgun bir hali vardı.

Çöktü ve yüzüme yakından baktı. "Çok zorlama ancak bu kadar hareket edebilirsin. Zorluk çıkarmasaydın buna gerek kalmayacaktı... Her neyse senin için hazırlattığım sandalyeye oturmadan önce son kez bir şeyler izlemek ister misin?"

Sorduğu soruyla neyi kastettiğini anlamadım. Arkasında duran adamlardan biri elindeki henüz yeni farkettiğim laptopu Doktor'a uzattı. Doktor aynı şekilde yüzüme bakmaya devam ederken elini arkaya uzatıp aldı ve "Siz çıkabilirsiniz." dedi.

Adamlar aldıkları emirle kapıdan çıkarken doktor tekrar ayağa kalktı ve işkence aletlerinin olduğu masanın üstüne koydu elindekini. Ekranı kaldırdı ve bir şeyler yaptıktan sonra görebileceğim şekilde bana çevirdi. Olduğum yerle masa arasındaki en fazla üç adımlık mesafe yakından görmeme olanak sağlıyordu.

Masanın yanında bulunan sandalyeyi tek eliyle sürükleyerek yanıma koydu ve oturdu. Daha sonra başını bana çevirerek "Bakalım Tarık Koru'nun şifreli kasalara koyacak kadar önemsediği görüntü neymiş?" dedi.

Dizlerim ve ellerimin üstünde durmaya devam ederken bende başımı ona çevirdim. Kendimi çok aciz hissediyordum. Vücudum suyun vermiş olduğu soğukla titrerken üşüyordum. Duyularımda değişen bir şey yoktu fakat ne yaptıysa sadece hareket etmekte çok zorlanıyordum. İzleyeceğim şey umrumda değildi. Sırf tokamla aynı kasada bulundu diye benimle ilgili olduğunu düşündüğü videoyu açmak için mausea tıkladı. Başını ekrana çevirdiğinde ben de aynısını yaptım.

Videonun üstüne tıkladıktan sonra ekrana gelen kamera kaydı tanıdık bir evi gösteriyordu.

"18.02.2015 00.45... öldürüldüğü gece."

Kaşlarını çattı. Bu tarih sol üst köşede yazıyordu. Bana daha önceki sorduğu tarihti bu. Benim için ne anlam ifade ettiğini sormuştu. Kafamı hızla ekrana çevirdim ve yutkundum.

O an o evin kimin evi olduğu videonun tarihi itibariyle hatırladım. Yerimde kıpırdanarak düşündüğüm şey olmaması için içimden yalvarıyordum. Fakat biliyordum ki tam da düşündüğüm şeydi. Derin bir nefes almaya çalıştım ve geniş bir açıdan evin salonunu çeken kameranın kadrajına giren kendime baktım. Her şey rahatlıkla görünüyordu. 17 yaşındaki ve üstünde beyaz çiçekleri olan turkuaz elbisemle merdivenlerden koşarak iniyordum.

Derince aldığım nefeslerin arasında fısıldadım. "Hayır!" Kaydın sonrasında asla unutamadığım şeyler yaşadığımı bilerek bu sefer yüksek sesle bağırdım. "Hayır doktor!"

KAÇIKWhere stories live. Discover now