3.Bölüm

133 9 0
                                    

Üzerime kat kat olan kıyafetleri giymiştim. Kendi kıyafetlerimi de katlayıp düzgünce yatağın kenarındaki boş sandık gibi şeyin içine yerleştirdim.  

Çantamı kontrol ettim, yani bir süre idare edecek eşyalar vardı içinde. Özel günlerimde ne yapacaktım bilmiyorum ama buradaki kadınlardan yardım isteyebilirdim o zamana kadar geri dönemezsem eğer.

Ama telefonumu şarj edemezdim, elektrik bu zamanlarda yoktu sanırım. O yüzden buradan gitmek için bir yol bulana kadar idareli kullanmalıydım her şeyi. Şarjı bile, zaten 100'dü ve ekranı görebileceğim kadar kıstım. Sonra da kapattım. Kullanmadıkça kapalı dursa iyi olurdu.

Onu da çantama koyup çantayı da sandığa koydum ve kapatıp ayağa kalktım. Saçlarımı da örüp dizilerdeki gibi o başlığı değil de yanında bulunan büyük gül şeklindeki kırmızı tacı süs gibi taktım.

Nasıl olmuştu acaba, çantamdan aynamı çıkartıp baktığımda gerçekten çok güzel olduğunu fark etmiştim. Vay be, tarihi kıyafetler giyiyordum şu an resmen.

"Destur var mıdır hatun?" Kapımın arkasında duyduğum gür sesle irkildim. O alpti sanırım. Hemen cevap verdim ve kapıyı açıp içeriye girdi. Elinde bir torba vardı ama bu defaki torba küçüktü.

Yatağa oturup bana baktığında ben de yavaşça gittim ve yanına oturdum çekinerek. Bana dönüp torbayı yere serdi ve içinden biraz garip eşyalar çıktı. Bunlar sanırım pansuman malzemeleriydi.

"Yaralarını sarmak gerek." Diyerek yeşil garip ot kokan şeyi alnımdaki yaraya sürmüştü. Acıyla geri çekilip refleksle elini tuttuğumda gözleri büyümüş ve elini aniden çekmişti. Yine kaşları çatılmıştı.

"Sakin ol. Acır, bilirim ama sık dişini." Dediğinde onaylayıp elimle elbisenin eteklerini sıktım. Acı dolu inlemelerim sonucunda bitmişti ve pansuman bitince eşyaları toplayıp hiçbir şey söylemeden gitmişti.

Aslında bana o erkeklerin giydiği kıyafetlerden verseler daha iyi olurdu. Bu upuzun eteklerle nasıl gezecektim ki ben?

Biraz dolaşsam iyi olacaktı ama çok açtım. Belki dışarıda yiyecek bir şey bulabilirdim. Kapıyı kapatıp çıktım ama kilidi yoktu sanırım. Ee bu çok güvenliksizdi, kapılar kilitlenmiyordu bile.

Kapıyı öylesine kapatıp çıktım. Umarım geri döndüğümde burayı bulabilirdim çünkü bütün çadırlar aynıydı. Biraz ilerledikçe burnuma gelen yemek kokularıyla açlıktan ölmemek adına kokuyu takip ettim.

Birkaç kadın kocaman kazanların başında yemek yapıyorlardı. Biraz uzaklarında birkaç kadın ipli bir şeyler yapıyorlardı. Dizilerden hatırladığım kadarıyla halıya benziyordu.

Arkadan bana çarpan küçük bedenle sarsılsam da düşmeden onun da düşmesini engellemiştim. "Dikkatli ol." Diye söylendim çocuğa ve o da bir şey söylemeden elindeki tahta kılıçla koşmaya devam etti.

"Baksana hatun." Duyduğum kadın sesiyle arkama döndüm. Beni yemek yapılan yere götürmüş ve aç olduğumu duyduğu için yemek vermişti. Teşekkür edip karnımı bir güzel doyurmuştum.

Sonra o kız, benden belki birkaç yaş büyük duruyordu sadece, bana obayı gezdirmişti. Aslında İstanbul'dayken okçuluk kursuna gidiyordum ve kursta birinci oluyordum her zaman. Babama çektiğim için savaş dövüş işlerine hep meraklı olmuşumdur.

"Ben de ok kullanabilir miyim?" Dediğimde şüphe etse de kullanmayı bildiğimi söylediğimde şaşırsa da o bana yardım eden alple konuşmuş ve biraz sonra elinde birkaç ok ve yayla gelmişti.

Atacağımız yere gelince o alp ve birkaç kişi daha bizi izliyordu. Okları omzuma takıp birini yaya taktım ve hedefe nişan alıp fırlattım. Elmayı ortadan ikiye ayırıp giden okun peşinden gururla bakarken kız şaşkındı. O alpe de baktığımda o da şaşkınca bana bakıyordu.

Birkaç defa daha attıktan sonra alp gelince kız gitmişti. "Ağabey, ben gideyim hatunlar bekler." Abisiydi demek. Elmaların yarısı ipte asılı duruyordu, yarısı da yerlerde.

"Sen kimsin?" Demişti şüphe duyan bir bakışla. "Ok atmayı bilirsin, peki ya kılıç?" Demişti bana bir kılıç uzatıp. Kendisi de kılıcını çıkarıp bana karşı durmuştu. Tamam ok yay falan biliyorum ama kılıç hiç tutmamıştım bile. Yine de direnmemiştim.

Dünyadan UzakWhere stories live. Discover now