Bölüm 23

37 2 0
                                    

Ertesi gün, bir süredir yapmadığım bir şeyi yaparak erken kalktım ve annemlerle kahvaltıya oturdum. Ayaz ve Alaz'ın sabah gittiğini biliyordum. Ayaz benimle konuşamadıkça daha çok üzülüyordu, bunu gözlerinde görmüştüm. En sonunda bana böyle uzak kalmaya dayanamamış olmalı ki evine dönmüştü.

Kahvaltım bitince odama geçtim. Telefonumdan güzel bir müzik açıp yatağıma oturdum. Uyumaktan sıkılmıştım. Hatta odamdan da. Günlerdir kendimi bu dört duvara hapsettiğim için artık bıkmıştım.

Şarkı sözleri kulaklarımda yankılanırken Ayaz'ı düşünmekten elbette kurtulamadım.

İlk bakışı süzüldü zihnime. Kafede görmüştüm onu ilk. Başını kaldırmadan konuştuğunda ne kadar itici gelmişti gözüme. Beni tuvaletin önünde yakalayıp Alaz'ın üzerine döktüğüm meyve suyu hakkında üstü kapalı azarlamıştı.

Ona olan nefretimi hatırlayınca gülümsemeden edemedim.

Diğer zamanlarda da beni sinir etmekten geri kalmamıştı. Her fırsatta birbirimize laf sokuyorduk. O bana, ben ona güç gösterisi yapıyorduk. Birbirimize olan bu nefretin, aramızdaki çekim için köprü görevi gördüğünü o zamanlar fark edememiştim.

"Nefret etseydin bana böyle bakmazdın."

"Nasıl bakıyorum?"

"Çok güzel bakıyorsun."

Mesela nikâh töreninde yaptığımız bu konuşmada haklıydı. O zamanlar her ne kadar kendimi, ondan nefret ettiğime ikna etmeye çabalasam da ne yazık ki gerçek bu değildi. Ona baktığımda içim huzur doluyordu. Elbette ki bu mutluluğumu dışıma yansıtmamayı da başardığım söylenemezdi. Ona, havuç bulmuş tavşan gibi baktığımdan adım kadar emindim.

"En büyük yanığı ben oluşturdum. Senin kalbinde..."

Canımı çok yakmıştı. Duygularımla acımasız bir şekilde oynayıp kalbimi oyuncak etmişti. Çok suçluydu. Ama kendi de yaptıklarından ötürü pişmandı. Hatasını biliyordu. Ona acı çektirmemi istiyordu. Nefret etsem haklıydım, sövsem, kızsam sesi çıkmayacaktı.

Ama tüm bunları başaramıyordum. Ayaz'dan bir türlü nefret edemiyordum.

"Çok yaram var."

Her şeyin ötesinde onun da kalbinde yaralı bir çocuk yatıyordu. Annesinin arkasından koşarken kanayan dizlerindeki kan hiçbir zaman durmamıştı. Belki bacağındaki yara geçmişti ama o acı, kalbine yol çizmişti. Kalbi kanıyordu. Durmadan kanıyordu.

Bende bu acısını hafifletecek dermanı bulmuştu. Buna rağmen ben onu kendimden uzaklaştırıyordum.

"Bir şey söylemeden yalnızca baksam olmaz mı?"

Ayaz'ın muzip ses tonundan hatırladığım bu anı, gülümsememi büyüttü. Çok şey yaşıyorduk. Kavgalar çıkıyordu aramızda. Birbirimize defalarca kez zarar vermiştik. Ama nasıl oluyorsa en sonunda iki şımarık çocuk oluveriyorduk. O, bana yalandan çapkın pozları satıyordu. Bense bunlar hoşuma gitmesine rağmen olgunluk taslıyordum.

Gülüşüm yüzümde buruklaştı. Aslında düşününce... Biz çok güzeldik. Gürültülerimizle, zararlarımızla, gülüş ve kahkahalarımızla; her şeyimizle çok güzeldik.

Ben ne yapıyordum? Şerefsizin birinin verdiği yara yüzünden bizi uzaklaştırıyordum. Ayaz'dan uzak durunca tüm dertlerim bitecek sanıyordum. Sahi, neydi bana bunu düşündüren? Salak psikolojim!

Beni düşüncelerimden çekip çıkaran, telefonumun zil sesi oldu. Belki Ayaz'dır diye bir hevesle elime aldığım telefonda Alaz adını görünce hevesim kırıldı. Kısık bir sesle telefonu cevapladım. "Efendim Alaz?"

YALAN UĞRUNAWhere stories live. Discover now