Bölüm 21

32 2 0
                                    

Yine karanlık ormanda bulmuştum kendimi. Koşuyordum ama yorulmuyordum. Yanından geçtiğim ağaçlar silik bir görüntü bırakıyorlardı. Karanlık ormanın ucu bucağı görünmüyordu. Gökyüzüne yerleşmiş ay, kara bulutların ardına saklanmıştı. Yıldızlar görünmüyordu. Hoş, zaten bana yardım etmek için görünecek değillerdi. Onlar yalnızca kaymayı bilirdi, intihar ederlerdi. İnsanlara verdikleri aptal umutlar da cabası.

Adımlarıma yüklenmiş koşarken birdenbire durdum. Karanlığın içinde kırmızı gözleri parlayan bir kurtla karşılaşmıştım. Kurt bana nefretle bakıyordu. Her an üzerime saldıracak gibiydi.

Korkuyla kurda baktım. Soluklarım bile düzene girmişti. Kurt sadece bakıyordu. Ama eğer ki üzerime atlarsa onu engelleyecek gücüm yoktu, bunu biliyordum.

Derken hava birden karardı. Kara bulutlar kendini bırakıp sağanak yağmuru başlattığında kurdun da gözleri kısıldı. Üzerimdeki kıyafetler uçuşurken bir yandan da sırılsıklam olmuştum.

Kurt bana yaklaştı. O yaklaştıkça geriliyordum fakat hareket edemiyordum. Sanki görünmez bir el beni sınırlandırıyordu.

Kurt dört ayağının üzerinde bana doğru geldi. Geldi. Aramızda birkaç metre kala durdu. Kırmızı gözlerinden âdeta ateş çıkarken soğuk geceye fısıldadı: "Burada ikimizden başka kimse yok."

Bu ses... Kalbim göğüs kafesimi kıracakmış gibi bir güçle atarken nefes almaya çalıştım. Ne kadar çabalarsam çabalayayım bir türlü ciğerlerime gereken oksijeni çekemiyordum.

Derken gökyüzünden bir sesin, ismimi andığını duydum. Ses yakından geliyordu ama bir o kadar da uzak...

Bakışlarımı kurttan çekip etrafımı süzdüm. Ağaçlar, kurt ve ben... Karanlık ormanda sadece biz vardık.

"Cansu."

O ses, ismimi tekrarlayınca gözlerimi sımsıkı kapattım. Kirpiklerimi birbirine geçercesine bastırıyordum.

İçimden, "Bu bir rüya," dedim. "O kurt canımı yakamayacak. Uyan, uyan, uyan."

Gözlerimi açtığımda tanıdık olmayan bir tavanla karşılaşmıştım. Soğuk bir yerdeydim, öyle ya üzerime serilen örtüye sımsıkı sarılmıştım. Duyduğum ilk ses kulak tırmalayan bir dıt sesi oldu. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde hasta başı monitörünü görmüştüm. Makineye bağlı çeşitli kablolar yere uzanıyordu. Birkaçı ise koluma bağlıydı. Sol omuzumda sarılı sargı bezini görünce bunu garipsedim. Tekrar etrafıma bakındım.

Bulunduğum hastane odasının duvarları beyaz renkteydi, bu da odayı iyice samimiyetten arındırmıştı. Yattığım yatakta iki kolum da serumlarla kaplıydı. Hemen karşımda kapalı bir televizyon bulunuyordu.

Başımı sağ tarafa çevirdim. Endişe içinde bana bakan Ayaz'ı da o an fark etmiştim. Gözlerimin içine bakıp omuzundan bir yük kalkmışçasına rahatladı. "Cansu," dedi. Beni, gördüğüm kâbusun içinden çekip çıkaran ses de ona aitti.

Tepkisiz kaldım. Zihnim yoğun düşüncelerle kaplıydı. Lakin hiçbir şey düşünemeyecek kadar yorgundum. Kendi içimde yaşadığım bu tezatlığa anlam verememiştim.

Ayaz, sessiz kaldığımı görünce huzursuzlandı. "Güzelim?" dedi.

"Ne oldu bana?" diye sordum. Çıkan sesim beni bile korkutmuştu. Bu ses bana ait değildi. Soğuktu. Mesafeliydi. Ben değildim.

Yüzümü inceledi şüpheyle. "Bayıldın," dedi tok sesiyle. "Yaklaşık bir gündür uyuyorsun." Bakışlarım cama kaydığında batan güneşi fark etmiştim, dediği gibi bir günüm burada geçmiş olmalıydı.

YALAN UĞRUNAWhere stories live. Discover now