18. Bölüm

50 11 1
                                    

Yazma becerimi kaybetmem üzerine geciken yeni bölüm... İyi okumalar.

***

Randevumuzu gerçekleştireceğiz mavinin altında

***

Seçim yapmak konusunda çoğu zaman kendime güvenmemişimdir. Saçma bir şekilde mantık yürüttüğümü düşünürdüm. Fikirlerim bu yönde ilerliyordu hala. Ancak yaptığım seçimlerin sonuçları beni oldukça etkilemezdi. Ben Jimindim, bir yolunu bulur her şeyi düzeltirdim. Ancak şu ana kadar.

Nerde olduğum hakkında ufak bir fikrim bile olmadığı, varlığı  ve yokluğu, bütün hayatımı özellikle de kendimi sorgularken oturduğum pis betonların üzerindeyken. Ellerim bedenimin etrafında usulca dolanıyor bazen solmuş saç tutamlarımın içinden geçiveriyordu.

Bedenimdeki asılsız korkunun sahibi olan o adamın sözleri ise beynimde dönüp dolaşıyor. Kaybettim, yanlış seçim yaptım... Hiçbir hatamdan bu kadar utandığımı, pişman hissettiğimi hatırlamıyorum. Bir çözüm bulmalıyım, diyorum ancak elim kolum bağlanmış gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum. 

Sadece bir şansım daha olsaydı, bunu olabildiğince iyi kullanacağımdan emindim. Gözlerim ağlamaya yüz tutmuş, lakin asıl göz yaşlarını dökenin kalbim olduğunu kimse fark edemiyor.

"Belki senin için, küçük bir yardımda bulunabilirim."

Bu sesin benimle alay edercesine mi çıktığını yoksa ciddi mi olduğunu düşündüm. İçten içe ciddi olması için yanıp tutuşuyordum. 

Vücudumu büründüğü kalıptan çıkartarak ayaklandım, dengemi kaybetsem bile bir şekilde dimdik durmaya çalışıyordum. Acınası, dedim kendi halime. Eminim dışarıdan oldukça kötü ve muhtaç görünüyordum. Bunun ise birilerine koşulsuz zevk aldırdığını düşünmek ise kesinlikle iğrençti. Gerçekleri bilsem, tahmin etsem bile kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.

"Ne istiyorsun benden?!"

Öfke, çaresizlik ve acı. Üç kelimeye sığdırdığım üç duygu, bir cümle. Bunun bir cevabı var mıydı, gelir miydi bilemem şayet titreyen bedenimin bir cevap araması şaşırılmayacak bir gerçekti. 

"Fedakarlık Jimin." diyordu. "Fedakarlık."

Kelimelerinden bir şey anlmamamdan mütevellit boş bakışlarım etrafta sessizce dolanıyordu.

Hiç beklemediğim bir anda vücudumun sarsıldığını hissettim. Bu benim dengemi kaybetmem veya başımın dönmesi gibi değildi, alakası bile yoktu. Ayaklarımın bastığı az evvel oturduğum beton gerçekten sallanmıştı. 

Gözlerimin önünde iki tane masa tarzı sütun çıkıvermişti, yerin derinliklerinden. Ağzımı şokla araladım. 

"Senden istediğim sadece bir fedakarlık yapman Jimin, bu zor olmamalı."

İğrenç ses kulaklarımı tırmalarken, yavaşça sütunlara yaklaşarak incelemeye başladım. Kocaman kase tarzı bir kap ve içinde biraz kömür. Hemen yanında sivri, bana güzelliğiyle gülümseyen bir bıçak bulunuyordu. 

Güçlükle elimi bıçağa doğru yaklaştırdım. İstemeyerek de olsa sıkıca kavradım metali. 

"Biraz kan." 

Evimde yemek yaptığım günler geldi geçti gözümün önünden kısa bir sürede. Bazen kendimi yaraladığım oluyordu. Ağır, ciddi bir yaralanma olmadığı sürece abartmazdım bana çektirdiği acıyı. Ancak durum şimdi oldukça farklıydı ve ben ne yapacağımı bilemiyordum.

Jungkook şuan ne yapıyordu, neredeydi ve en önemlisi nasıldı? Bu ortamda kimseye güvenmemem gerektiğinin bilincindeydim elbet. Ama Jungkook'a ulaşmam için bana sadece bu seçenek olduğu söyleniyorsa, istemeyerek de olsa itaat etme gereksimi duyuyordum.

Sadece Jungkook değildi elbet. Burada boş boş kalırsam sadece onun değil kendi sonumu da getirecektim. 

Bıçağı kaldırarak gözlerimin hizasına getirdim. Elimde biraz çevirerek inceledim. Elimi kesemezdim, bu çok saçma gelmişti gözüme. Sadece kısa bir süre düşündüm, geçen süre, artan endişem daha fazla körüklenmesin diye.

Derin bir nefes alarak bıçağı omzumun ve dirseğimin arasında kalan, rastgele bir bölgeye yaklaştırdım. Tenime değen soğuk metal su gibi hızlıca tenimde kaydı. Oldukça keskin olmalıydı ki kısa bir dokunuşta bile kendini bu kadar belli edebilmişti.

Kolumdan aşağıya doğru yavaş yavaş süzülen kana bakındım. Tenimde bıraktığı hafif bir acı ardında getirdiği izler biraz olsun gözümle inceledim. Tekrardan bıçağı kendime yaklaştırdım ancak bu sefer yan tutarak kendime temas ettirdim. Amacım kolumda gezen kıpkırmızı kanımı almaktı. 

Parlak metali süsleyen kanım ışıl ışıl parlıyordu adeta. Hızlıca bıçağın kanla donatılmış yüzeyini önümde duran simsiyah kömürlerin üzerine sürüverdim. Gerçekten oldukça garip gözüken bu sahnelerin bir an önce bitmesi, sonuca ulaşmasıydı isteğim.

Kanımın değmesiyle kömürlerde kendini belli eden bir ateş çıktı aniden. Anın şokuyla bir tarafa fırlattım, birkaç saniye önce ellerimde duran bıçağı. Öyle güzel bir ateşti ki ağzım biraz açılı verdi, gözlerim mükemmelliği seyredercesine hayranlıkla bakıyordu. Parlak gözlerim ateşin bir aynası olmuştu adeta.

Ateşi izlemeye dalmışken açılan kapının sesiyle kendime geldim. Az önceki halime göre daha iyiydim, yani sanırım. Yüzümde oluşan gülümsemeyle kapının ardına ilerledim.

Jungkook'un yanına. 

Twilight Time | JikookWhere stories live. Discover now