3. Bölüm

118 12 10
                                    

Ne zaman ki, mor renkli perdeler günün bitişine işaret etse

***

Aşağı doru inen merdivenlerin başındaydık. Merdivenlerin bitiminde bir kapı vardı, kapının önünde duran iki tane adam vardı. Tıpkı bir diziden ya da filmden fırlamış gibi duruyorlardı. Vücutları beyaz çarşaf gibi bir kıyafetle kapalıydı. Yüzlerinde sargı bezine benzer bir şey vardı. Gözleri,burunları ve dudakları dışında her yer mümkün olabildiğince kapatılmıştı. Buradaki en sinir bozucu şey beyazlardı sanırım. Hayatımda beyaz renge hiç bu kadar maruz kalmamıştım. Bu insanların sürekli burada yaşadığını düşünürsek eğer hepsi keçileri kaçırmış olmalıydılar.

"Neyse ki fark edilmedik." onu kafamla onayladım ve ikimizde derin birer nefes aldık. Bir an kendimi boğluyor gibi hissetmiştim. Yavaş adımlarla merdivenin tüm basamaklarını inip kalın bir sütunun arkasına saklandık. Kendimi aksiyon filminde gibi hissetmiştim."Belirli zamanlarda yer değiştiriyorlar, tam yer değiştirme anlarına denk gelebilirsek şanslı sayılırız. Koşarak içeri girip kendimize yiyecek bulabiliriz." kafasını uzatıp onlara bakarken konuşmuştu.

Geri eski pozisyonuna gelip bir kıkırdama bahşetmişti bana."Ahh, çok salağım söylemeyi unuttum." birden ciddileşerek bana yaklaştı. "Burada zaman kavramı yok Jimin, unut onu." bu çok saçma gelmişti. Zaman nasıl olmazdı vardı işte bunu kanıtlayamazdım ama en azından hissedemez miydik?

"Ne zamandır burada olduğunu sorsam ne dersin?" kafasını sağ doğru yatırırken ben de karşısında olduğum için sola doğru yatırarak onu taklit ettim. Gözlerimin içine bakıyordu tam olarak. "Belki bir dakika, saat, gün,hafta veya yıl. Bilemiyorum Jimin. Dışarıyı gördüğüm yok. Saatim var fakat çalışmıyor. " 

Elimi bileğine atıp kendime çektim. Saatine baktığımda donmuş olduğunu anladım. Saat: 1.43

Anladığımı belirten mırıltılar çıkardıktan sonra yere oturdum sessizce, ayakta durmaktan yorulmuştum. Benim oturmamla Jungkook da hemen yanıma oturup bağdaş kurmuştu. Ben onun aksine dizlerimi kendime çekerek ellerimi önümde kavuşturmuştum.

Bir süre gerçekten sadece oturduk. Jungkook haklıydı burada zaman kavramı denen bir şey yoktu. Sessizlik kulaklarımı yorarken kafamı Jungkook'un omuzuna yasladım. "Sıkıntı olur mu?" "Hayır." ikimizde yorgun olduğumuz için pek bir şey demiyorduk. Jungkook bana bir şeyler de anlatamıyordu çünkü burada konuşamamızın uygun olmadığını hatta çok tehlikeli olduğunun altını çizmişti. Birden burnunu saçımda hissettim. Saçımı mı kokluyordu? Açıkçası bana çok garip bir hareket olarak gelmişti.

"Hindistan cevizli şampuan mı kullanıyorsun?" çok tehlikeli bir durumda sıkılınca açılabilecek en mantıklı konu buydu değil mi? "Evet, beğendin mi?" kafasını salladığını hissettim "Evet, hindistan cevizine bayılırım.Hem artık favori şampuanım oldu. Buradan çıktığımızda kendime de bir tane alacağım."

Bizim mükemmel konuşamız  (!) daha da güzelleşirken duyduğumuz ayak sesleriyle hemen yerimizden fırladık, sanırım Jungkook'un bahsettiği değişim saati gelmişti. Jungkook yavaşça kafasını uzatırken beni de arkasına aldı. "Hazır mısın ,Jimin işte şimdi başlıyoruz." Hayır, hayır, hayır asla hazır değildim."Evet, hazırım hadi başlayalım!" sessizce düşüncelerimin tam tersini söylemiştim.

Vücuduma tonlarca adrenalin hormonu salgılanmaya başlamıştı bile. Derin bir nefes alarak kendimi hazırladım. Yapabilirsin Jimin! Jungkook tekrar elimi tuttuğunda onun arkasından ilerlemeye başladım. Klonların arkasından sessizce yürümeye çalışıyorduk. O benden daha rahat görünüyordu fakat hayatının her anında stresli olan ben ölüm kalım savaşı veriyor gibi hissediyordum.

İçeri girdiğimiz anda kapıdaki adamların yerini Rahibeye benzeyen kadınlar almıştı. Artık biraz daha hızlı yürüyorduk. Burada masa tarzı yerler olduğu için biraz eğilmemiz gerekmişti haliyle. En sonunda cam olmayan - ya da ona benzemeyen - bir kapıdan içeri hızlıca girdik. Ben önden girip kendimi yere atıp nefesimi düzenlemeye çalışırken Jungkook arkamdan girdiği kapıyı sessizce kapatmaya çalışıyordu. Bunu başardığında bana zaferle gülümseyerek baktı.

Elimi yumruk yapıp baş parmağımı kaldırarak salladım. Benim komik tavırlarım hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Geldiğimde kötü hissettiğim için ruhsuz gibiydim fakat şimdi iyileşiyordum ve özüme dönmeye başlamıştım.

Ben bir köşede otururken çantasını bana doğru attı. Reflekslerimle kolayca tutmuştum. Etrafımı incelediğimde market reyonlarından oluşan oldukça geniş bir yerde olduğumuzu fark ettim. Jungkook hızlıca eline bir şeyler dolduruyordu. Tahminimce fazla dikkat çekmemesi için arkalardan bir şeyler almaya özen gösteriyordu.

"Burada ne kadar insan olduğunu tahmin bile edemezsin. Bizim aldığımız birkaç parça şey dikkatlerini çekebilecek son şeylerdendir emin ol."

"Buradaki her yeri gezdin mi?" hala bir şeyler toplayıp bulduğu başka bir çantaya atarken kafasını salladı. "Hayır bu imkansız gibi. Sadece belirli yerleri biliyorum seninle birlikte başka yerler keşfedip çıkışı bulabileceğimize inanıyorum." umarım dedim içinden. Umarım buradan tek parça halinde kurtulabiliriz. "Jimin! Çabuk buraya gel."

Jungkook'un bağırması üzerine koşarak yanına gittim. Kapının hemen arkasından topuklu ayakkabıdan çıkan tok adım sesleri duyuluyordu.

***

Twilight Time | JikookWhere stories live. Discover now