21. Bölüm

58 9 30
                                    

Karanlığın derinliğinde, busen beni eski günlerdeki gibi heyecanlandırıyor

***

"Sadece biriniz." dedi o rahatsız edici ses bütün huzurumuzu kaçırarak. Jungkook'a dönerek "Sana bahsettiğim kişi!" dedim heyecanla. Durup dururken tekrar bizimle iletişime geçen bu adamın yaptıracak birkaç şeyi olması lazımdı ki bizimle iletişime geçsin.

"Düzgünce açıkla, ne demek istiyorsun?" dedi Jungkook sesinden belli olan siniriyle. Kısa bir süre sorunun cevapsız kalması beni paniğe sürüklerken duymayı hiç ama hiç beklemediğim o cümleyi söyledi.

"Buradan çıkmanıza izin verebilirim. Ancak sadece birinizin." Bütün vücudumu saran korkuyla Jungkook'a baktım. Gözlerini bana dikmiş, elimi sımsıkı tutuyordu. Korkmuyor muydu hiç, o kadar mı güçlüydü? Ben isterdim ki Jungkook'un endişelerine derman olayım ancak o bana hiç göstermiyordu.

Bir eliyle elimi sıkıca tutarken bana güven vermek istercesine gülümseyerek parmaklarıyla tenimi okşadı. Ellerimi bırakan elleri yeni yeri olan yüzümü buldu. Sanki çok değerliymişim gibi sevmişti beni. Ben buna değmezdim. 

Karanlığın ortasındaki bir merdivende sıcak dudaklarını kondurdu bana. Sanki son kez öper gibiydi. Sıradan bir öpücük değilde veda konuşmasını yapıyor gibiydi. Beni esir alan dudakları uyuşturdu önce beynimi, gözlerimden akan bir iki damla yaş girdi aramıza. Diyemedim ki yıllar , mesafeler gireceğine bir gözyaşı girsin ne olur? En sonunda uyuşturdu kalbimi. Kendimi savunmasız hissettiğim bu anda mutluluğu bulmuştum ben. Sevgiye aç olan ruhum ondan parçalarla yeşeriyordu sanki. 

Kollarımı boynuna çıkarıp sarıldım. İyileşen ruhum aksine bir yıkım olmuştu bedenimde kaldıramıyordum bazı şeyleri. Yavaşça ayırdığında bedenlerimizi önce sildi göz yaşlarımı güzel parmaklarıyla. 

"Ağlama Jimin, sen ağlarsan ben ne yaparım?" fısıltı gibi çıkan sesini beynime yerleştirmek istedim o an. Benimle kalsın dedim. Benden hiç gitmesin.

"Ağlamıyorum bak!" dedim iki tutam ıslaklığı silerek gözlerimden. Endişeli kalbimin sesi ortamdaki şarkımız olmuştu sanki. 

"Merak etme, ikimizi de çıkaracağım buradan."dedi. "Güven bana." 

Dakikalardır durduğumuz merdivenden aşağı inmeye devam ettik. Buradan çıkmak için can atıyordum. Özgürlüğümüze kavuşacak gün yüzü görecektik. Ama bunlar bir yana dursun Jungkook'dan ayrılmak istemiyordum. Bu durumu düşünmek tam anlamıyla felaketti benim içim.

Jungkook'a güveniyordum tabii ki, birlikte çıkacağız dediyse çıkacaktık. Ama düşmanımızı hafife almamamız gerekmez miydi? merdivenin son basamağına attığımız adımla karanlığın içinde bulmuştuk kendimizi. 

Işığın olmadığı karanlıktan çok o adamın karanlığından korkmuştum ben. Asla dile getiremeyeceğim bu korkumun açığa çıkması ise... Berbattı. 

"Şimdi ne olacak?" Junkook'a daha çok yaklaşarak sorduğum sorudan sonra arkamızdan gelen adım seslerinin yanında bir adet ışık da geliyordu. Tanrım istediğim ışık bu değildi! Arkamızdan birim birim yanan ışıklar eşliğinde bir anda aydınlanan görüş alanımız gözlerimizi acıtmaya yetmişti elbette.

Ellerimle gözlerimi ovuşturdum. Adapte olduğum anda koşmaya başlamıştık, bütün yaşadığımız yorgunluklar, açlık ve susuzlukla birleşince oldukça düşük bir performans sergilemiştik. Kısa karanlık bir merdivenden indiğimizde kendimizi hiçbir kapının olmadığı odada bulmak beklediğimiz son şey bile değildi.

Twilight Time | JikookWhere stories live. Discover now