ON ALTINCI BÖLÜM

63 61 0
                                    

Bebeklerimm...
Sizleri seviyorum. 🦋🦋

🪶🪶🪶

"Unutulması gereken bir geçmiş, hâlâ yaşamaya mahkûm bir ölüydü… "

                                                 ༄༄༄

Günler geçip giderken kendinden de bir şeyler götürüyordu. Bu bir şey dedikleri, insandan birer parçaydı. Aklı, mantığı, hisleri, duyguları, kalbi…

Tek bir şey kalıyordu ama insanda, o tek bir şey de insanı her geçen gün biraz daha çökertiyordu. Ve insanı her geçen gün biraz daha o karanlık odaya hapsediyordu. Ona karşı duyduğu sevda.

İnsan birine hiç ummadığı bir his duyduğunda afallardı. Ummuyordu zira, nereden bilebilirdi ki böyle bir hisse kapılacağını?

Bilemezdi,
Bilmiyordu,
Ama hissediyordu…

Ben yalanlarla büyütülmüş dünyamda Mehir'e karşı duyduğum hislerle doğru yola çıkmıştım. Her şeyim yalandı benim, ben bile yalandım ama tek gerçeğim vardı. Kalbim. Onu da Mehir'e vermiştim ve o da beni doğru yola almıştı.

Ama bilemezdim ki o doğru yolun da cehenneme ulaşacağını…

Herkes aşık olduğunda ya da birine sevdalandığında her şeyin güzel ve doğru olacağından emin olur. Herkes ilişkisinde öyle güzel hayaller kurar, öyle güzel düşlere dalar ki dünyanın gerçek yüzünü unutup hayallerinde yaşamaya başlar.

Her âşık yapar bunu, zira aşk başlı başına bir hayaldir zaten.

Ama hayat gün gelir bir darbe vurur işte hayallerine. Senin özene bezene kurduğun hayallerin, gün gelir tuzla buz olur. Parçaları senin her yerine dağılır ve o kadar derine batar ki etinde, kan kırmızısından başka bir renk görünmez olur. Kanın o metalik tadını damaklarında hissettiğinde, işte o zaman anlarsın hayallerinin seni iyileştireceğini umarken aslında yaraladığını. Elinden bir şey gelmez ama, sen iyileşmek için uğraşırken bile daha da yaralanırsın ve sonuçta ölümcül yaralara tabii tutulursun.

Benim hayallerim kirli birer siyahtı. Hiçbir zaman beyaz ya da pembe olmamıştı. Aslında ben siyahtan başka bir renk de bilmiyordum ki, hayallerimin renkli olması ne mümkündü!

Gökyüzündeki maviyi sevmezdim ben, yeryüzündeki yeşilleri sevmezdim, gökkuşağındaki o yedi rengi sevmezdim. Bir tek geceleyin her yeri kaplayan siyahı severdim. Bana bu öğretilmişti zira, ben siyaha bürünerek büyütülmüştüm.

Hani demiştim ya size, bir insanın doğduğunda ilk şansı ailesi olmalı diye ve eklemiştim, benim ilk şanssızlığım ailemdi diye. Bu yüzdendi benim siyahı sevmem, bu yüzdendi benim diğer tüm renklere olan küskünlüğüm.

Annem yoktu bana renkleri öğretecek, babam vardı beni karanlığa gömecek…

İnsan hiç evladının kötülüğünü ister miydi? Benim babam istemişti.
İnsan hiç evladını terk eder miydi? Benim annem etmişti.

Etmek zorundaydı zira, bu hayatın kahpeliğine kimse dayanamazdı. Bilmiyordum ama unutamıyordum. Annemin o halleri gözümü her kapatışımda o karanlık yerde beyaz bir ışıkla canlanırken hiçbir şeyi unutmam mümkün değildi.

Annem…
Sessiz çığlıkların yaralı kadını…

Özür dilerim anne, seni o yükten kurtaramadım…
Beni affet anne, seni yaşatmaya yetemedim…

Affedilmek nasıl bir duyguydu, asla bilemedim ben. Affetmek nasıl bir duyguydu, asla tadamadım ben. Bu iki duyguyu aynı sevmek gibi hayatıma almadım yıllar boyu. Uzak durdum hep onlardan, çünkü öyle öğrettiler bana. Eğer onları hayatıma alırsam acizlik peşimi bırakmazdı yoksa, bu da babamın oğluna yakışmazdı ne de olsa.

Senden Kalanlar Cefâpîşe  (III) Where stories live. Discover now