11. Bölüm "Deniz ve Mehtap - Part 2"

Начните с самого начала
                                    

Cümlelerimi adımlarım gibi yavaşça, aceleye getirmeden, tekrardan yürümeyi öğrenirmiş gibi dikkatle Hazal Hanıma aktarıyorum.

"Sanırım iddiayı ben kazandım."

Üç adım attıktan sonra devam ediyorum. "Hiçbir şeyi bu iddia kadar kaybetmeyi istememiştim."

Hazal Hanıma dönüyorum. Biraz önce oturduğum kahverengi koltuğun sırtına avuçlarımı yaslayıp bu kez izleyen ben oluyorum. Kızıl saçları, yüzünü çerçeveleyerek kalın bukleler halinde uzanıyor. Bakışlarım buklelerinden basamak basamak tırmanıp gözlerine oturuyor.

"Ağacı kesmeye yeltenmemin sebebi buydu," diyorum tane tane. Kelimeleri dudaklarımdan çıkarana kadar her hecesi kor olup içimi yaksa da devam ediyorum. "Çünkü ona en baştan söylemiştim."

Yıllarca biriken tecrübenin kanıtları vardı anlayışla kıvrılan dudaklarının kenarında.

"O ağaç, benim için iddianın bir temsiliydi."

"Ve sen hiç var olmamış gibi davranmak istedin. Böylelikle daha az acıtır gibi geldi."diyor Hazal Hanım beni tamamlayarak.

Kafamı sallarken zorla yutkunuyorum. Geçmişim damağımda acı bir tat bırakmış gibi buruşturuyorum yüzümü.

"Peki..." diyor daha sonra not defterini geri alarak. "Bugün buraya geldiğinde kaydettiğin ilerlemelerin hepsini de aynı o ağaç gibi kesmek istedin, en başa döndün."

İnsan psikolojisi çok tuhaf, diye düşünüyorum kendi kendime.

"Garip bir savunma mekanizması işte."

Hazal Hanımdan adımlarıma döndürüyorum tekrar bakışlarımı. Görmesem de gülümsediğini duyabiliyorum.

"Neden?" diye soruyor Bora gibi.

Soruya aşinalığıma tezat bu kez bir cevabım var. Karnımdaki varlığın bakışlarını hissedebiliyorum.

"Çünkü... Hamileymişim."

14 yıl önce (Eylül ayı)... İstanbul...


"Uzat bakalım kolunu." diye emrediyorum elimdeki suyu dökmemeye dikkat ederek çömelirken.

"Önemli değil, gerçekten, dedim ya acımıyor bile."

İtirazına kulak asmadan cebimdeki pamuğu çıkarıp ikiye ayırıyorum. Dediği gibi küçük bir sıyrık olsa da, sırf şu merhemi alabilmek için katlandığım onca stres hatırına pansumana kararlılıkla devam ediyorum. Pamuk ve suyla işim bittikten sonra onları kenara koyup merhemi çıkarıyorum.

"Belki bu biraz acıtabilir." diyorum.

"Boş ver o zaman." diyor kolunu hızlıca çekerek.

Korkusunu anlayınca, eğlenmek için üstüne gidiyorum. "Hayatta olmaz! Ya yaran mikrop kaparsa... Ya şişer ve kan toplarsa... Ya kesmek zorunda kalırlarsa!"

Panikle nefesimi çekerken Bora durduruyor beni.

"O kadar da değil, canım." dese de şüphe içinde koluna kaçamak bir bakış fırlatıyor.

"Uzat kolunu, o kadar da acımayacak, söz." diyorum gülmeye başlayarak. Bir elinden tutup kolunu kendime doğru çekiyorum. Diğer elimin parmaklarıyla merhemi sürerken Bora elimi sıkıca tutmaya başlıyor.

"Çok mu acıyor, Bora?" diye soruyorum. Çünkü gerçekten elime hayatına tutunurcasına yapışmış durumda.

"Hayır." diye yanıtlıyor gözlerimin içine bakarken.

Efsanevi (Efsanevi #1)Место, где живут истории. Откройте их для себя