~37~

2.1K 152 111
                                    

İki gün sonrasından

Mutluluk neydi, bilmiyordum. İnsan neye sahip olunca mutlu olurdu mesela? İyi bir dost, iyi bir aile, iyi bir okul, zenginlik, kitaplardaki gibi bir aşk? İnsan bunlara sahip olunca mı mutlu olurdu? Mutluluk demek bu saydıklarım mıydı?

Küçükken dadımın beni parka getirdiğini hatırlıyordum. Arkadaş edinmem gerektiğini söyler dururdu ama hiç bir çocuk benimle arkadaş olmak istemezdi. Gülmezdim çünkü, oyun bile oynamazdım... Genellikle hep somurturdum. Güldüğüm bir an hatırlamak zordu.

Hepsinin yanında anne ile babaları vardı.

Hepsi mutluydu, hepsi gülerdi, oynardı, koşardı, zıplardı. Peki ya ben? Ben dadımın yanına oturur o çocukları izlerdim. Haksızlık diye düşünürdüm. Ben mutlu değilsem onlar da mutlu olamaz, benim arkadaşım yoksa onların da olmamalı, annem öldüyse onların da anneleri ölmeliydi, benim babam benimle dışarı çıkmıyorsa onlarda babalarıyla dışarı çıkmamalıydı...

Ertesi gün babamın bana kızacağını bilsem de bu sefer cesaretimi toplayıp babamın yanına gitmiştim. Sadece bir saatliğine benimle parka gelip gelemeyeceğini sormuştum ama bana artık büyümem gerektiğini söylemişti. Oysaki daha altı yaşındaydım...

Çizgi filmlerdeki çocuklar da hep mutluydu. Onların büyük annesi ve büyük babası bile vardı. Babası o çocukları sırtına alırdı, evde koşarlardı, beraber yemek yaparlardı, babaları onlarla bir sürü oyun oynarlardı. Ağlama sebepleri genelde ya dondurmaları yere düşünce ya da hastaneye gitmeleri gerektiği zaman oluyordu. Geriye kalan zamanlarda hep gülüyorlardı. Bir gece yalvararak tanrıya yalvardığımı hatırlıyordum. Beni de çizgi filmin içine alsın diye... Ama olmuyordu. Yine aynı odamdaydım. Sonra daha çok ağlıyordum.

Bunu babam görmüştü ve bana ağlamayı yasaklamıştı. Çocukça davranıyormuşum ama zaten çocuktum. Tek istediğim gülmekti. Biraz da olsun mutlu hissetmekti. Ama başaramadım. Ertesi gün yine kalkıp o çocukları izlemeye gittim. Gökyüzüne bakıp fısıldadım.

"Bir gün beni de o çocuklar gibi yapar mısın Allah'ım?"

...

Karakoldaydık. Babam bir geri bir ileri yürüyordu sinirle.

"Bakın memur bey, ben çocuklarımı orada tutmanıza izin vermem!" İki saattir kavga edip duruyorlardı. Yamaç'ın babası Erkan amca babamın kolunu tuttu.

"Cihan, tamam sakin ol." Babam sinirli bir şekilde konuştu.

"Erkan, nasıl sakin olayım? Bir açıklama bile yapmadılar!" Annem, Esra teyze, Selma teyze, Emel teyze de geldiğinde ben oturduğum yerden onları izliyordum sakince. Annem yanıma geldi.

"Kızım, noldu? Sen bir şey biliyor musun?" Kafamı olumsuz anlamda salladım. Abimlerde karakola girdiğinde oh tamam. Bütün sülale karakoldaydık. Annem saçımı öpüp geri babamgilin yanına gittiğinde Çağlar'ın gözleri beni bulduğunda yanıma gelip önümde eğildi.

"Noldu sana, ne bu hâlin?" Sweetimin fermuarını çekip beni kaldırmak için elimden tuttu ama geri çekildim.

"Hastayım biraz. Ayağa kalkacak hâlim yok."

"Hasta hasta seni buraya mı getirdiler?" Beni kucağına alınca kafamı boynuna yasladım.

"Senin ateşin de var, kahretsin!"

"Bir şey olmaz. Gelip geçici." Bir kere hasta olunca kolay kolay düzenlemiyordum. En son Alp'in evinde hastalanmıştım aradan bir hafta geçmiş olsa da ara ara oluyordu.

"Ne demek bir şey olmaz?" Tolgaların yanına ulaşmıştık en son. Babam da oradaydı. Çağlar durumu onlara anlatırken ben sessiz sakin onları dinliyordum.

ÇıkmazWhere stories live. Discover now