22

471 70 75
                                    


Bir elimde sigara diğer elimde her zamanki bira kutularından birini tutarken, dolunayın ihtişamlı görüntüsünü izliyordum. Oturma odasındaki müzik çalardan gelen şarkının notaları açık balkon kapısından kulaklarıma usulca sızıyordu. Sigarının küllerini küllüye hafifçe bırakıp tekrar dudaklarıma yerleştirirken Jongin'i düşünüyordum, birkaç saat önce yaşadığımız anı ve neden beni takip etme gereği duyduğunu. Alfalar bölgelerini ve onlara ait olanları koruma içgüdüleriyle yaşardı, Jongin her ne kadar klasik alfalardan olmasa da doğası gereği onlara aitti. Son yaşananlardan sonra onun da kafayı bozması şaşırtıcı olmazdı benim için. Etrafımda ki her şeyi ve herkesi mahvediyordum. Sanki ortadan kaybolması gereken bir virüstüm. Hastalık taşımaktan başka bir amacım yok gibiydi.

O gün kendimi o serin sulara bırakmış olsaydım eğer her şey daha iyi olur muydu?

Zaman ve yer kavramı önemini yitirdiğinde kendimi hala orada hayal ediyorum. Korkup kolaya kaçmak yerine kalmayı seçmemim asıl nedeni sonunda mutlu olacağıma olan inancımdı. Peki gerçekten gelecek miydi o mutluluk? Jongin ile yaşadığımız her an bana o mutluluğa çoktan kavuştuğumu söylerken, şimdi elimde kalan şey neydi? Hala o mutluluğu kovalamak için savaşmalı mıyım... Yorulmuş zihnim ve bedenim o kadar da istekli değildi. Tüm gece kendimi karanlık sularda boğup geri çıkarttıktan sonra sabah kafeyi açan kişi ben olacağım için daha fazla balkonda iç dünyamla bir çatışma halinde durmak yerine odama geçmeye niyetlendim. Abur cubur paketlerini bira kutularıyla beraber mutfaktaki çöp kutusuna atıp savsak adımlarla içeriye giderken cebimdeki telefonun titremesiyle kısa bir an duraksayıp telefonu çıkardım. Ekranda kayıtlı olmayan numarayı ezberden bildiğim için olmayan keyfim daha da kaçmıştı. Chanyeol'un birkaç gündür aramalarına alışmıştım, her ne kadar açmasam da inatla aramaya devam ediyordu. Attığım mesajlardan sonra bu aslında oldukça beklenen bir durumdu. Ayakta dikilmeye devam ederken telefonu açıp kulağıma götürdüm ve oldukça sert bir sesle, "Ne var?" dedim.

Açmama şaşırmış olacak ki birkaç saniye sessiz kaldı ama daha sonrasında kalın sesiyle, "Sehun," diyerek cevap verdi. "İnadını biraz daha sürdürürsün diye düşünmüştüm."

"Gece tacizlerinden sıkıldığımı söylemek için açtım. Şimdi telefonu kapattıktan sonra numaranı engelleyeceğim."

"Dur Sehun— kapatma, evinin önündeyim."

Bakışlarım yerde dolanmayı kesip balkona döndü. "Neden buradasın?"

"Bana attığın o mesajlardan sonra konuşmamız gerekiyor. Bu konuşmayı çok önceden yapmamız gerekiyordu aslında."

Boşta kalan elimi ağrımaya başlayan alnıma götürüp masaj yapmaya başladım. "Bu saatte seninle görüşmeyeceğim," derken bir yandan da odaya yürümeye devam ettim. Onunla bu saatle görüşeceğimi düşünmesi bile saçmalıktı.

Chanyeol'un telefonun diğer ucunda ki hafifçe gülüşü bedenimin buz kesmesine yetmişti. "O zaman ben de kapına dayanırım," dedi utanmaz bir şekilde.

Sinirle ben de güldüm. "Eğer öyle bir şey yaparsan," dedim tane tane konuşarak. "Geçen gün yapamadığım şeyi yapar ve polisi ararım. Yemin ederim bunu yaparım Chanyeol, ikimizin de rezil olacağını bile umursamam. Eğer çok konuşmak istiyorsan gündüz kafeye gelirsin."

Konuşmasına fırsat bırakmadan yüzüne kapatıp telefonu çekmecenin üstüne bırakıp yatağa uzandım. Kıyafetlerimi çıkarmadan öylece yatarken ne zaman uykuya daldığımı bilmiyordum. Sabah ise yarım yamalak bir uykuyla kafeyi açtığımda, Chanyeol'un dediğim gibi buraya gelme olasılığı ile tedirgin bir şekilde günü devam ettirmek zorunda kaldım. Bu yüzden midem her an kusacakmış gibi çalkalanıp durdu. Buna rağmen, Chanyeol'un gelmesini ve sonrasında tamamen hayatımdan çıkmasını diledim. Endişelerim ve umutlarım beni ikiye bölerken, öğleden sonra o kapıdan Chanyeol içeriye girmişti. Her zaman ki gibiydi, üzerindeki şık takımı ve ulaşılmazmış gibi görünen ifadesiyle karşıma geçtiğinde en azından o gün ki gibi tepki vermediğim için kendimle gurur duydum.

something just like this // sekaiWhere stories live. Discover now