20

467 73 88
                                    


Geceyi hastanede geçirdikten sonra eczaneden alınan ilaçlarla beraber sonunda eve gelebilmiştik. Yorgundum, bu yorgunluk yalnızca bedenen değildi. Zihnim boğuluyormuş gibi hissediyordu. Etrafımdaki her şey bulanık ve nefes almamı engelliyordu. Yavaş adımlarla dikkatlice yürürken, Jongin sessiz bir şekilde yanımda bana eşlik ediyordu. Birkaç kere bana yardımcı olmak için uzandığında refleks ile kendimi geriye çektiğim için bir daha bana dokunmaya çalışmamıştı. O sırada oluşan yüz ifadesini gördükten sonra yaptığım hareketten pişman olmuş olsam da durumu düzeltmek için herhangi bir adım atmadım. Dediğim gibi yorgundum. Bununla uğraşmak için gücüm yoktu.

Jongin kapıyı açtığında hiçbir şey söylemeden banyoya girmiş ve uzun sürede oradan çıkmamıştım. Sıcak suyun altında cildim kıpkırmızı olana kadar da durmaya devam ettim. Yediğim iğne sayesinde çok fazla acı hissetmiyor olsam da birkaç saat sonra etkisinin geçeceğini ve asıl ağrıyı o zaman hissedeceğini biliyorum. Alnımı suyla tezatlık yaşatan soğuk fayansa dayayıp gözlerimi yumdum. Şu an da yalnız olmayı tercih ederdim ama Jongin'den nasıl gitmesini isteyebileceğimi bilmiyorum. İstesem bile Jongin gider miydi bu da ayrı bir soruydu. İkimizin de gözüne tüm gece tek damla bile uyku girmemişti... Jongin'i bu halde gönderemezdim zaten. Kendimden ve bulunduğum durumdan aşırı utanıyordum. İçimde büyük bir iç savaş çıkmış, kılıçlar kuşanılmıştı. Her yere saldıracak, ortalığı darma duman edecek bir ateşe sahiptim ama ikimizin arasında durumu toparlayabilecek bir kişi varsa, o kişi de bendim. Duruma el atmalı ve ikimizin de daha fazla zarar görmesini engellemeliydim. Bu yüzden de sakin kalan taraf ben olmalıydım.

Banyodan çıktığımda Jongin ortalıklarda gözükmüyordu, ben de daha fazla etrafta dolanmayıp odaya girdim ve üstüme rahat bir şeyler geçirdim. Yatak hala dağınık olacağından oturma odasındaki koltuğa geçmeyi düşünüyordum ama beyaz tişörtü giydikten sonra yatağa baktığımda beklediğimden daha farklı bir manzara vardı. Yeni çarşaflarla sarılmış, temiz ve toplu yatağım bu evden çıkarken ki haliyle hiç alakası yoktu. Jongin ben banyodayken halletmiş olmalıydı. Elimle sırtımı tutarak yatağa oturup uzandım, sonra da örtüyü üstüme çektim. Her ne kadar uykum olmasa da birkaç saniyeliğine gözlerimi yumarak dinlenmek istemiştim fakat gözümün önüne gelen dün geceye ait görüntüler rahatlamama izin vermeyip tekrar gözlerimi açmama sebep oldu. Uyumam imkansızdı. Duvardaki saat yediye yaklaştığında Jongdae'ye durumu açıklayan kısa bir yazı yazıp gönderdiğimde, Jongin elinde tepsiyle beraber odaya girmişti. Başı öne eğik bir şekilde hiçbir şey söylemeden tepsiyi kucağıma yerleştirdi ve sonra da mutfaktan getirdiği sandalyeyi yatağın yanına koyup oturdu. İkimizin üzerindeki gerginlik öyle yüksekti ki nefes bile almak zordu.

Canım hiçbir şey yemek istemese de önümde sıcak bir çorba duruyordu ve eğer yemezsem Jongin bunu yanlış anlayıp daha da üzülecekti. Bu yüzden ben de hiçbir şey söylemeden küçük yudumlarla içmek için kendimi zorladım. Jongin hiç kıpırdamadan ve konuşmadan durdurduğu için bitirmemi beklediğini düşünmüştüm. Sonunda bitirdiğimde poşetten ilaçları çıkartıp suyla beraber uzattı, ben de yine uysal bir şekilde içtim. Tepsiyi alıp götürdüğünde ise telefonum çalmaya başlamış ve ekranda Jongdae ismi yanıp sönmüştü.

"Selam, Jongdae. Mesajımı aldın mı? Oh, çoktan açtın mı? Acelet etmene gerek yoktu... Hayır, ciddi bir şey yok. Doktora gittim, bu yüzden biraz dinlendikten sonra geleceğim. Evet... Eğer gelemeyecek gibi olursam benim yerime Jongin olacak. Evet, teşekkür ederim."

Telefonu kapatıp yatağın herhangi bir yerine öylesine attıktan sonra derin bir nefes alıp verdim. Örtünün altından hafifçe kıpırdandığımda bile belden aşağısı oldukça ağrıyordu, buna rağmen yükselen sızıntıyı yutarak tekrar sandalyeye oturan Jongin'e baktım. Yatağa yattığımdan beri uzun süredir aynı pozisyonda, sessiz bir şekilde duruyordu. İki eli de dizlerinin üstünde, bacakları birbirine yapışmış bir şekilde başı öne eğikti. Tüm bu sessizliğe rağmen nefes alışlarını duymak bile zordu. Cansız bir manken gibiydi sanki. Onun da içinde kopan fırtınaları bastırmaya çalıştığı belliydi. Onu bu şekilde görmek canımı daha da sıkıyor, bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyordum. Ortaya çıkan bu manzaranın asıl suçlusu kimdi?

something just like this // sekaiWhere stories live. Discover now