KORKUNUN KOKUSU

40 12 0
                                    

37 GÜN ÖNCE

Bir kasırga.

İnsanı içten içe tüketen sessiz bir gürültüyle bilinmezliğe sürükleyen bir kasırgaydı bu. Her şey sinsice, sessizce bir kargaşanın içinde kullanılıyordu ve bitmek bilmiyordu.

Dakikalar saatlere, saatler günlere dönüyordu ve ben hala aynı enkazdım. Keza yanımda sürüklediğim dört kişi de öyleydi. Doğu benimle gerekmedikçe iletişime geçmiyor, köşesine çekilip bekliyordu.  Dolunay içime çöken laflarından sonra benimle bir daha hiç konuşmasa bile suçlayıcı bakışları her daim üzerimdeydi. Benden nefret ediyordu ama bu beni pek ilgilendirmiyordu. Savaş kendi halindeyken Yonca aramızdaki en pozitif ve anaç kişiydi. Hepimizle tel tek ilgileniyor yemekleri ağzımıza zorla tıkıyordu.

Aynı sesi duyduğumda yüzümü buruşturdum. Ellerimle kulaklarımı kapatmama ramak kalmıştı. Yumruklarımı sıktım. Kafamın içine kazınan mekanik bip bip bip sesi ruhumu kemiriyordu ve kalbimde aynı ritimde bomboş atıyordu.

Dört gün.

Lanet olası dört gündür hastanedeydik ve o gözlerini açmıyordu. Uyanmıyordu!

"Artık kalkma zamanın gelmedi mi sence de? Sen hiç bu kadar çok uyumazsın ki Meva. Kalk artık ve en çirkef halinle burnumdan getir...lütfen?" Sesim bir fısıltıya dönüşürken cebimden 'Uçurum' yazan künyeyi çıkardım.
Yavaşça titreyen elimle boynuma geçirdim ve yanağını okşadım. Birinin tenine bu kadar muhtaç olacağımı asla tahmin etmezdim. Kapalı gözlerine bakıp iç çektim. Simsiyah, is karası gözlerinin güzelliği ve vahşiliği zihnime düşünce özlemle gülümsedim. "Bana yine o kapkara güzelliğinle bakmak için gözlerini açar mısın meleğim? Buna çok ihtiyacım var. Sonra yemin ederim ne yaparsan sesimi çıkarmayacağım. Kellemi bile alabilirsin," dedim burukça gülerken.

Tam o anda aptal makinedeki ses aralıksız çalmaya başladı. Sağır edici sesle bir an hiçbir şey düşünemedim. İdrak etmek zamanımı aldı.

Bir şey...bir şey oluyordu ona!

İçimdeki çöküşe yenileri eklenirken koridora koştum. Kalbim sıkışıyordu. "Yardım edin! Kahretsin! Bir şey oluyor! Nerede bu doktorlar?!" diye gürlediğimde koridorda duran Dolunay ve diğerleri telaşla ayaklandı. Doktor ve hemşire koşarak içeri girerken hemşire kaskatı kesilmiş bedenimi dışarı sürüklerken bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum bile.

O işkence gibi ses her tarafımı sarmıştı. Kapı suratıma kapandığı an bedenimi hareket ettirdim ve cama yöneldim. Makineden gelen acı beynimin içine çekiçle vuruyordu sanki. Ellerimle kulaklarımı sertçe kapattım ama ses azalmak yerine daha da artıyordu.

"Ona bir şey olamaz! Yalvarırım ona bir şey olmasın! Hayatım boyunca ilk kez sana büyük bir inançla sesleniyorum! Eğer varsan onu bana bağışla Tanrım. Onu bağışla. Ben onsuz yapamam. Bunu kaldıramam. Benim günahlarımın bedelini ona ödetme." Fısıltılı yakarışlarım ardı ardına devam ederken artık anlamsız bir uğultuya dönüşüyordu. Bakışlarım elektroşokla sarsılan bedendeydi.

Bir kaç dakika sonra korkunç bir sessizlik oldu. Her şey durdu. Artık normal karşıldığım yaşlar sıktığım çenemden aşağı akarken avuçlarımı kulaklarımdan çektim. Ses eski haline dönmüştü.

O...gitmemişti.

Sanki saatlerdir su altındaymışım gibi titrek, gürültülü ve derin bir nefes aldım. Gözlerimi bir kaç saniyeliğine yumdum. Yaşlardan bir kaçı daha aktı. Sırtımı cama yasladım. Bacaklarım artık beni taşıyamayacak haldeydi.  Duvardan aşağı kaydım ve başımı avuçlarımın arasına alıp saçlarımı çekiştirdim.

Korkunun kokusu hala burnumdayken, kalbim arkasını kolluyordu. Sertçe yutkundum. Küt küt atan kalbimin sesini  duyabiliyordum. Ruhumun gülüşüne karışıyordu sesi. Rahat bir nefes koyverdiğimde korkunun kokusunun kaybolduğunu farkettim.

O...beni bırakmamıştı.

Onu bana bağışladığın için teşekkürler Tanrım.

HYPERİONWhere stories live. Discover now