37. YA KENDİ DÜZENİ YA DA DÜZENİN EFENDİSİ

58 18 10
                                    

Yine bir ton merdiven yürüyerek geldiğimiz yer cennetten bir parça gibiydi ve yine evet, enerjimi topladığım için çenem durmamıştı. Arez ise en sonunda Sultan Murat'ın yakışıklılığını övdüğümde - ki konu ne ara oralara kadar geldi bilmiyordum - bana bir daha Muhteşem Yüzyıl'ın M harfini bile konuşmayı yasaklamıştı ve bende M harfinin Sultan Murat'ın baş harfi olduğunu hatırlatmak gibi bir gıcıklık yaptığımda bana korkunç bir bakış atmıştı. Hoş, bana hiç işlemeyen bu bakışı yine işlememiş ve beni güldürmüştü.

Sonunda geldiğimiz yer susmamı sağlamıştı. Şelale göle akarken rahatlatıcı bir ses ve güzel bir manzara ortaya çıkıyordu. Suyun yeşili ise göz kamaştırıcıydı.

Geldiğimiz yerde kimse yoktu. Dilediğiminde ötesinde olan bu yer Antalya'daydı. Resmen bir gün içerisinde önce Denizli'ye sonra Antalya'ya uçmuştuk ve daha saat öğleyi bile geçmemişti.
Sırada Londra'nın olduğunu bilmek içimin kıpır kıpır olmasına sebep oluyordu. Bana hala şaka, hayal ya da bir çeşit rüya gibi geliyordu bugün.
Fakat değildi ve bunu en iyi, çektiğimiz bir milyon tane resim kanıtlardı.

Göle yaklaşıp elimi berrak ve serin suda gezdirdim. Su dalgalanmaya başladı. Gözlerimi yumup derin derin buranın kokusunu solurken fotoğrafımın çekildiğini farkedip gözlerimi açtım. "Burada bu kadar güzel bir manzara dururken benim resmimi çekmene bir anlam veremiyorum." Bilmiş bilmiş gülümsedi ve bana çektiği resmi gösterdi. Bunu yaparken de arkama geçmiş kollarını bana sarmış, telefonun ekranını öyle göstermişti. Bugün her zamankinden daha fazla bana sarılıyor ya da öpüyordu. Bunun kaynağının az çok gideceğimin sinyallerini vermem olduğunu düşünüyordum. Yanında olduğumu kendine hatırlatmak ister gibi bir hali vardı ve açıkçası bundan şikayet duyduğum bir hal söz konusu dahi olamazdı.

Dikkatimi saçlarımın arasındaki nefesine değil kendi resmime verdim. Güneş ışınları en doğru açıyla suda yansıma yapmıştı. Saçımın bir tarafı kulağımın arkasındaydı ve cidden güzel çıkmıştım.

Kulağıma fısıldadı. "Ben burada da dünyanın diğer ucunda da senden daha güzel bir manzara olacağını düşünmüyorum." Telefonunu cebine koymak yerine bir yere bıraktı ve beni kendine çekti. "Meva...sana daha önce gözlerimi senden asla alamayacağım kadar ruhuma işlemiş olduğunu söylemiş miydim?" Sözlerinde ciddiydi fakat bir sorun vardı. Dudağında, muhtemelen benim sinirleneceğim ama onun çok keyifleneceği bir şey yapacağı zaman oluşan o gülümseme vardı.
"Hayır söylememiştin ve sen niye böyle gülüp güzel laflar sıralıyorsun? Süleyman'da Hürrem'i başka kadınlarla aldatmadan önce ona böyle güzel laflar sıralardı. Sultan Mur-"

Bana yine o korkunç bakıştan attı. "Ben sana bu dizi hakkında konuşmayı yasaklamamış mıydım?! O Sultan Murat denen adamı mezardan çıkarıp tekrar öldürmemi istemiyorsan güzel çeneni kapasan iyi olur."

"Yalnız gerçek Sultan Murat'ın dizideki Sultan Murat kadar yakış-"

"Meva!" diye öfkeyle tepki gösterince sırıttım. "Peki peki. Tamam. Şimdi asıl meselemize dönebiliriz. Bana böyle iltifatlar dizmenin sebebi nedir?"

"Şimdi yapacağım şey için cezamı hafifletmem gerekiyordu," dediğinde kaşlarımı çattım. "Sen neden bahs-" Bir anda beni kucağına alıp suya atladığında çığlığım baloncuk olup su yüzeyine uçtu. Hazırlıklı olmadığım için su genzime ve burnuma kaçtı. Bana on saat gibi gelen süreden sonra su yüzeyine çıktığımızda Arez'in omuzuna çok ama çok sert bir yumruk attım. Karşımdaki mutasyonlu bir pislik olmasaydı şu an suyun dibine gömülmüştü bu yumrukla.
"Hayvan! Amacın ne senin?! Boğuluyordum az daha! Bana bak, bir kez daha..." Tekrar beni kendisiyle birlikte dibe çekince ona sıkıca sarılıp ayaklarımı beline sardım. Bu sefer nefesimi tutmuştum. Su yüzeyine yeniden çıktığımızda öfkeden köpürüyordum ama o ise sırıtıyordu. Yüzüme yapışmış ıslak saçları geri çekti.

HYPERİONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin