12. KIRMIZI LEKE

141 33 26
                                    

Evinin bahçesine park ettiği arabadan indim.

Büyük ya da görkemli bir şey değildi. Sadece lazım olan bir lükstü. Bakımlı bir bahçe, bir havuz ve iki katlı siyah bir binaydı. Evin çevresinde saydığım kadarıyla on tane koruma vardı.

Birinin bana çok tanıdık gelmesi dışında bir sorun yoktu. Hatta yüzünde açtığım yara bile aynı yerdeydi. Gözleri bana değince beni tanıdığını belli eder şekilde yutkundu.

Bıçağıma sarılmamla üzerine yürümem bir oldu. "Sen! Senin burada ne işin var?! Beni mi takip ediyorsun sen?! Söylesene! Evime de saati siz koydunuz zaten değil mi?! Kuyruğunuza bastım tabi değil mi?!" diye bağırdım bahçenin ortasında.

Tam yetişip bağırsaklarını deşeceğim sırada Arez beni belimden tuttu. "Hey, hey, hey, ne yapıyorsun Meva? Sakin."

Ondan kurtulup adama doğru gidecekken buna izin vermedi. "Bırak beni! Geberteceğim ben bunu! Beni vuracaktı bu puşt o gece! Kimin köpeğiyse belli ki senin evine de köstebek olarak konmuş!"

Arez adama gitmesi için işaret verince adam hemen ortadan kayboldu. "Ne diye gönderiyorsun adamı?! Adam beni vuracaktı o gece, diyorum sana! Birine çalışıyor bu!" dedim bıçağı savura savura kendimi anlatmaya çalışarak. Gözlerinin önünde salladığım bıçaktan başını geri çekerken bıçağımı elimden aldı ve katlayıp tekrar belime yerleştirirken beni kendine çekti.

"O adam bana çalışıyor Meva. Lütfen bir daha adamıma zarar vermeye kalkma."

Kaşlarımı çattım. "Bu da ne demek?"

Eğer adamlar ona çalışıyor ise...onu sertçe ittim. "Sen! Sen beni vurmalarını mı emrettin onlara?! Beni takip mi ettiriyorsun sen?!"

Burnundan soludu ve gözlerini ovuşturdu. "İçeri geçelim mi? Lütfen. Bahçenin ortasında olduğumuzu unutuyorsun."

Bizi izleyen korumalara baktım. "Umrumda bile değil! Ne çevirdiğini anlatacaksın önce yoksa o adamına yaptığımdan daha beterini yaparım sana!"

Gözlerini yumdu ve sakinleşmek için soluklandı.

"Bak, senin beni hapse atmanla çıkmam arasında sadece ama sadece bir saat vardı tamam mı? Seninle konuşmak için gelecektim ama sen...gitmiştin. Sandığın gibi o uyuşturucuların kaynağı ben değilim ama neyse ki kaynağı olan kişi önce bana haber verdi yoksa şu an çoktan o torbanın üzerindeki sembolün tutuklusu olmuştun bile! Adamlarda sadece uyuşturucu silah vardı. Sana zarar vermeyeceklerdi. Temiz bir şekilde seni oradan alıp geleceklerdi fakat sen!" Öfkeyle bana yaklaştı ve işaret parmağını salladı. "Sen durmak nedir bilmediğin için bir de karakola gidip ifade verdin! Lütfen dur tamam mı? Artık dur. En azından o saati kimin koyduğunu bulana kadar dur."

Gülmeye başladım. "Durayım öyle mi?! Sen arkamdan iş çevirirken ben de durup oturayım öyle mi?! Peki madem sen değilsin kim o zaman Alp'e o uyuşturucuları satan?! O torbanın üzerindeki simgeyi nereden tanıyorsun?!"

"Yine aynı şeyi yapıyorsun! Oklarını hemen bana çevirip duvarını örüyorsun! Eğer ölmeni ya da zarar görmeni isteseydim çoktan ölmüştün! Ya farkettin mi bilmiyorum ama seni almak için gelen hiçbir adamda gerçek kurşun bile yoktu Meva! Seni sadece on beş, yirmi dakika uyutacak basit silahlardı onlar! Seni güvenli bir bölgeye, bu katliamı çıkaranı bulmak için o bara gelecek olan askerlerden uzağa götürmeye yetecek bir süre!" Başını iki yana salladı. "Boşa anlatıyorum değil mi? Sen kararını vermişsin."

Benden uzaklaşıp eve yaklaştığında omuzlarım düştü ve ellerimi saçlarımın arasından geçirirken ufak bir çığlık attım.
Gizemden, belirsizlikten ve en çokta benim kontrolüm dışında gelişen her şeyden nefret ediyordum.

HYPERİONWhere stories live. Discover now