"Güzel," dedi ardından. Karşıdaki kişinin konuşmasını deli gibi merak ediyordum. "Neyse sen o biletleri iptal et, bazen gözüme giriyorsun." İster istemez güldüm. Konuştuğu kişi ya Efe'ydi ya da Serkan. Telefonu kapatıp tekrar teleskopiğe bıraktı. Bana bakıp bakıp gülüyordu, zaten uyuduğumu düşüneceğini sanmıyordum.

"Rüyalarında mı hasret gideriyoruz yoksa." Dediğiyle gözlerim irileşti. İnat etmeyerek konuştum.

"Kabus demek istedin sanırım." Yanağımı sıkıp, "Benim gibi yakışıklı adamı görmen senin için bir ödül olmalı," diyerek yüzümdeki parmaklarını çekip dudaklarına götürdü. Resmen benimle oynuyordu. Gülerek önüne döndü. Ciddi manada laf yetişmiyordu. Bir iki saat sonra araba durduğunda ne olduğunu anlamadım. Daha üç saatlik yolumuz vardı.

"Ne oldu?" Kemerini söküp bana baktı.

"Bugün bir şey yemedin, inde karnımızı doyuralım." Köşedeki restoran dikkatimi çekti. Aslında açtım ama bir an önce bu yolculuğunda bitmesini istiyordum.

"Ankara'da yerim ben, şu an çok aç değilim." İtiraz kabul etmediğini belirten bir bakış attı. "Ankara'ya daha yolumuz var. İniyoruz ve sen de bir şeyler yiyorsun." Daha sözümü dinlemeden arabadan indi. Bu inadı beni deli ediyordu. Ben de inip peşinden gittim. Köşedeki masaya geçtik.

"Kendine hiç iyi bakmıyorsun."

"Buraya beni konuşmaya gelmedik, bir an önce yiyelim gidelim." Başını iki yana sallayıp güldü. Onunla şu yolculuk benim için eziyetti. Ona uzak olmak istedikçe her şey tam tersi ilerliyordu.

"Beni sadece sen ilgilendiriyorsun, bunu defalarca söylemem gerekmiyor." Gülerek söylüyordu ama gayet ciddiydi. Bu sözler çatılmış kaşlarımı yumuşattı. Ciddiliğindeki o sakin ben kendimdeki bu öfke dolu histen beni arındırıyordu. Masanın üzerindeki elimi elinden çektim. Sanki o her dokunduğunda ona çekiliyordum.

Yemekler gelmişti. Ondan kaçarcasına yemeğe döndüm. Hiç rahat durmayarak çatalın ucunu yanağıma batırdı. Dejavu gibi gelen bu anla gözlerim irileşti. Dudağı kıvrıldı ve, "Buradan başlamak istedim," deyince ellerim yanaklarıma gitti. Kızarmış olmalıydım ki sıcacıktı. O ise bu halimden oldukça zevk alıyordu.

"Artık vazgeçsen mi?" Söylediklerim ondaki en büyük ihtimali yok edebiliyordu. Dudaklarının arasındaki çatalı çekip, "Sendense..." diyecekken sözünü kesip, "Şu tavırlarından," dedim. Damağını şaklatarak, "Bu pek mümkün değil," diyerek sanki kendime konuşuyormuşum gibi beni dinlemedi. Hızlıca yemeğimi yiyerek ondan önce restorandan çıktım. İşimiz ne kadar sürerdi bilmiyorum ama ona pek katlanacağım söylenemezdi. Kilidi açılan arabaya binip tekrar köşeme döndüm.

Sessizleştik ikimizde, o da pek üzerime gelmemeye başladı. İki üç saat sonra Ankara'ya gelebildik. Hilmi Gönen işinin en azından iptal olması beni rahatlatmıştı. Hedefimiz şirket oldu. Kapıda bizi karşılayan birçok koruma ve gergin hallerimiz Yiğit'in elimi tutmasıyla geçti. Bu en azından güvenli bir çıkış sağlamıştı. Şirkete girdik ve arkamızda korumaları bırakarak asansöre bindik. Her kat çıktığımızda geriliyordum.

"Ben buradayım." Elimi daha sıkı kavrayıp rahatlamam için gülümsedi. Kendimi hiç olmadığım yerde sıkışmış hissediyordum.

Asansörün kapısı açıldığı anda hemen köşeden çıkan Betül ve Serkan beni rahatlattı. Benim yanıma Betül, Yiğit'in yanına da Serkan geçti. Odaya geldik ve Yiğit'in hızlıca işe koyulması çok uzun sürmedi. Kapı tekrar açılınca bu sefer Vedat Bey'in varlığı içerideydi.

"Birazdan kurul toplanacak Yiğit, hazırsınız değil mi?" Bunu bana bakarak söyledi. Yiğit diğerlerini saf dışı bırakarak yanıma geldi. Eli elimi buldu ve sessizce, "Sen istemiyorsan hiçbir şey mühim değil," dedi. Başımı iki yana sallamamla bir adım atmış oldum.

VİSALWhere stories live. Discover now