chapter 08

356 50 10
                                    

poşetleri yere bırakıp çantandan anahtarını çıkarmaya çalışırken, arkandan gelen ses ile bıkkın bir şekilde eren'e döndün. buraya gelene kadar sayısız kere hapşırmış, git demene rağmen inatla arkandan gelmeye devam etmişti.

"iyice hasta olacaksın eren, şuraya gel." diyerek çocuğun bileğinden tuttun ve kendine çektin, amacın aslında ıslanmasını engellemekti, eren yüzünde büyük bir gülümsemeyle seni kapıyla arasına alırken elinde tuttuğu poşet çoktan yeri boylamıştı.

"senin aksine ıslanmaktan pek hoşlanmıyorum, yağmuru sevmem." üzerine biraz daha eğildi, pembeleşmiş yanaklarını daha iyi görebilmek için çeneni tuttu, baş parmağıyla yüzünü okşadı ve sessizce devam etti. "ama seni seviyorum, ve senden oldukça hoşlanıyorum."

"fazla yakın." diye mırıldandın kesik bir nefes vererek, parfümünün kokusunu çok net alabiliyordun ve onun saçlarından süzülen birkaç yağmur damlası, aynı şekilde seni de ıslatıyordu.

"istediğim de bu," dedi geri çekilirken, elinde tuttuğun anahtarı aldı ve kapıyı açtı, "sana uzak olmaktan, uzak durmandan çok yoruldum."

senin için poşetleri içeriye taşırken, sırtını kapı pervazına yaslamış sessizce onu izleyebildin yalnızca. Berbat bir insandın, kendi mutluluğunu kısıtladığın gibi başkalarının da mutluluğunu engelliyordun. sevmekten, bağlanmaktan korkuyordun, karşında seni seven biri duruyor olsa bile sevildiğine inanmıyordun. neden onu sevdiğini söyleyemiyordun? seviyor muydun, sevmiyor muydun; hiçbir şey bilmiyordun.

"ben gidiyorum artık." az öncekinden tamamen farklı bir ses tonuyla, sahte bir gülümsemeyle söylemişti bu sefer, yüzüne bakmadan yanından geçti.

"eren! yağmur devam ediyor, yani... en azından durana kadar içeride bekle."

onun için endişelenmen çocuğun hoşuna gidiyordu, doğrudan 'gitme' diyemeyeceğini gayet iyi biliyordu ama duymak isterdi.

itiraz etmedi eren, arkasını döndü ve seni de peşinden çekerek içeriye girdi, kapıyı kapatıp sana döndü.

kırgındı sana karşı, ama seni suçlayamazdı. eren beklemekten nefret ederdi, ama seni uzun bir süre bekleyebilirdi. onu sevmeni, sevgisine inanmanı bekleyebilirdi, gerçekleşeceğini umarak.

"ailen ne zaman gelecek?" diye sordu. bakışlarını bir süre çocuğun üzerinde gezdirdin, ıslaktı, muhtemelen üşüyordu ve hasta olacaktı, sorumlusu da sen olacaktın. "bilmiyorum." dedin, merdivenlerden yukarı çıkmaya başladın ve eren de adımlarını takip etti. "içeri geç." diyerek odanın kapısını açtın, onun için havlu getirmek için uzun koridorda ilerledin ve en sondaki kapıdan içeri girdin.

eren odanın ortasında durup seni beklerken yanaklarını şişirdi ve eliyle saçlarını dağıttı, sana yakın olmak istediğini söyleyen kendisiydi ama nedense şimdi utanıyordu. kendini ıslak bir köpek yavrusu gibi hissetmeden edemedi, elini hızla saçlarından çekti.

"[Y/N], nereye kayboldun?" diye bağırdı kafasını kapıdan uzatırken, seni direkt olarak karşısında görmeyi beklemediğinden sendelemişti. bir anda, çok fazla heyecanlanmıştı.

"al, saçlarını kurut." dedin kapıyı aralık bırakıp, havluyu karşındaki çocuğa uzatırken. yatağına doğru adımladın ve bağdaş kurup oturdun. gözlerin eren'deydi, yeşil gözler ise havluya bakıyordu – aniden sana dönmeden önce. "önce senin saçlarını kurutalım." dedi ve yanına yaklaştı.

birkaç defa "gerek yok." demene rağmen eren seni dinlememiş, inatçı tarafını göstererek en sonunda kabul ettirmişti. kafanı ona doğru eğdiğinde yeşil gözler gülümsedi, dikkatli bir şekilde saçlarını kuruladı ve, biraz da karıştırdı. "hayal ettiğim gibi." diye mırıldandı kısık bir sesle.

"hayal ettiğin gibi?" meraklı bir şekilde kafanı kaldırdın, yüzüne baktın.

"bir süredir, uzun bir süredir bunu yapmak istiyordum."

Ekim ‐ 17

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ekim ‐ 17

havaların serinleyerek, kapalı gökyüzünün tamamen yaz mevsiminden kurtulduğunuzun sinyallerini verdiği bir mevsimin sabahı.

okul çıkışında aniden bastıran yağmur ile herkes çaresizce koşuştururken, sıkıca kavradığı şemsiyeye rağmen ıslanmayı tercih eden kızı izliyordu eren. kendisi hazırlıksız yakalanmıştı, ıslanmak zorundaydı ama yeşil gözlerinin takip ettiği kişi, -ki bunu bir süredir yapıyordu-, seviyor gibi görünüyordu.

ıslanmış saçlarının, tenine temas eden soğuk kıyafetlerin seni hasta edeceğinden endişeleniyordu. seninle arkadaş olabilseydi, belki onun saçlarını kurutmasına izin verebilirdin. Saçlarının görünüşü her zaman çocuğun hoşuna giderdi, fazla yumuşak görünürlerdi ve eren bu saçlarla oynamak isterdi.

"eren, beklesene bizi!"

işittiği ses ile olduğu yerde durdu, derin bir nefes aldı ve arkadaşlarının gelmesini beklerken, sokağın ötesinde kayboluşunu izledi gözleri.

𓈒 𓈒 𓈒

"tamam, kurudu sanırım." diyerek birkaç adım geriye gitti, dağılmış saçlarına bakıp mahcup(!) bir şekilde dudaklarını birbirine bastırdı ve yere oturdu.

"yenisini getireyim, bekle." dedin ve kalktın yataktan, cevap vermesini beklemeden çıktın. koridorda yürürken alt kattan kapının açıldığını işittin, gelmiş olmalılardı. çantanın yanında bir çanta daha bulunduğunu ele alarak, evde tek olmadığını anlayacaklarına emindin, umursamadın ve havluyu aldıktan sonra odana geri döndün.

"getirdim." dedin elindeki yere bırakırken, geri çekilecektin ama eren elinden tuttu ve kafasını hafifçe yana eğerek saçlarını işaret etti. "sen kurulasana."

itiraz etmeden kafanı salladın, bıraktığın havluyu alıp kurulamaya başlamadan önce elini saçlarının arasına daldırdın. Bu da; senin, sabahtan beri yapmak istediğin, hayal ettiğin şeydi. "saçların böyle çok güzel görünüyor," diyerek bir itirafta bulundun, "her neyse."

eren'in gülümseyen gözleri eşliğinde hızlıca çocuğun saçlarını kuruttun, bir süre daha seninle kaldıktan sonra abisinin aramasıyla, yarın buluşmak için anlaştınız ve gitti.

o gittiğinde hissettiğin boşluk, duygularından emin olman için yeterli sayılırdı.

vas 16 | yeager Where stories live. Discover now