ZEYNEP'TEN

Odanın aralık kapısından sızan ışık huzmesi ile adımlarımı oraya çevirdim. Kapıyı biraz daha araladığımda Yiğit'in arkası dönük sırtıyla karşılaştım. Dalgın bir ifadeyle camdan dışarıyı seyrediyordu. Yanına yaklaştığımda beni fark etti mi bilmiyorum ama ben fark edilmek için onun gibi kalçamı masaya dayayıp baktığı yere baktım. Boşluktaydı, nasıl bir ifade takınacağını bilmiyordu. Elinde kutu vardı, hafif kırdığı dizinin üstüne koymuş kutuyu açmakta kararsızlık yaşıyordu.

Koluna dokunduğumda başını yan tarafa çevirip bana baktı. Gözlerinde bir acı haykırış vardı. Bu hissi bilirdim, onu ben hep bilirdim aslında. O hep diğer yanıydı, yaralı, çaresiz bir çırpınışla düştüğü yerden kurtulmak istediği yanı... Onu iyi edemezdim belki ama ona iyi gelebilirdim. Gülümsediğim an beni kolunun altına aldı. Onu boşluktan çıkarmadım, böyle bir çabam yoktu fakat onu o boşlukta tek bırakma niyetinde değildim. Gücü yoksa ona güç olurum, yaslayacaksa sırtını ona dayanak olurum ama onun bu dipsiz kuyuda boğulmasına izin vermem.

Burnumu boyun girintisine sokup soludum. Öpüp, sakalıyla oynadım. Bu en sevdiğim anlardan biriydi. Onunda hoşuna gittiğini biliyordum. Başımı tekrar omzuna yaslayıp sessizce elindeki kutuya baktım.

"Açmayacak mısın?" Bir an aklına gelmiş gibi kutuya baktı. Orada oyalandı ve sessizce mırıldandı.

"Şimdi değil." Kutuyu çekmeceye koyup pencereye ilerledi. Kolundan tutup kendime çevirdim. Bakışlarını benden kaçırması hep böyle anlarda oluyordu. Onun bu halini görmemi istemiyordu ama ben onun benden kaçmasına müsaade etmezdim. Çenesinden kavrayıp bakışlarını bana çevirdim. Bu sefer karşı çıkmadı bana, buna ihtiyacı vardı çünkü. Kızaran gözleri yüreğimi sızlattı. Dayanamadığı an çöktü yere. Bedenini kendime çekip kollarımın arasına aldım. İkimizde yere oturmuştuk şu an. Çenemi başına dayayıp bedenini daha çok sarmaladım. Varlığımı hissettiği an güçlenecekti bilirdim.

"Baban ne çok seviyormuş seni." Tatlı tatlı konuşmam onu iyi etsin istiyordum. Diyecek, onu iyi edecek başka sözüm yoktu. Yüzünü göğsüme sakladı. Bir müddet böyle kaldık. Bir müddet sonra geri çekildiğinde bana baktı. Avuçlarımın arasına yüzünü aldım. Ağlamamak için direniyordu. En azından benim yanımda güçlü görünsün istemiyordum. Onun diğer yanı benken yaralı yanına bir parça olabilmek istiyordum.

"Her şey geçecek." Gözlerinden öptüm. "Unutma o senin baban, her şey adaletini bulacak." Başını usulca sallayıp ayaklandı. Beklemediğim an beni kendine çekip sarıldı. Kollarım bedenini sarmalarken kollarımın arasında ufaldığını görebiliyor, incitmekten korkar gibi dokunuyordum. Öyle hassastı ki, incinen ruhunu sarmalamak, çocukluğuna şifa olmak istiyordum. Oysaki geçmişini saramayacak kadar uzaktım zamana.

Başımı göğsüne yaslayıp onun yakınında ama gizlice akıttım gözyaşımı, tıpkı onun yaptığı gibi. Geri çekilip gülümsemeye çalıştı ama başarılı olamadı. Onu her ayrıntısıyla anlıyordum artık. Ben gülümsedim, sanki o sıkıştığı yerden onu çekip almışım gibi genişletti dudaklarını. Lacivertlerindeki o sis bir an kalktı.

"Her ne olursa olsun, her nerede dolarsa gözlerin burayı sakın unutma olur mu?" Elini kalbimin üzerine koydum. Elini yukarıya kaldırıp parmaklarını saçlarımın arasından geçirdi. Başını usulca sallamak sessizliğinin bozulduğu ilk andı. "Ben orayı hep taşıyorum." Sesindeki o sıcacık tınıyla iç çektim. "Altı yıl önce seni gördüğüm ilk an kalbim kalbinden hiç uzaklaşmadı ki."

"Altı yıl?" Şaşkınlığım ilk itirafına karıştı. Başını tekrar sallayıp, "Altı yıl," dedi yeniden. Anlamsızca yüzüne baktım. Bir açıklama bekliyordum birazda.

VİSALWhere stories live. Discover now