14. Bölüm

65 9 2
                                    

Satır arası yorum bırakmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın.

Keyifli okumalar dilerim...

💦🌙

*****

Küçükken oynadığımız oyunlar ne kadar da safcaydı. Misal, saklanbaç gibi. Eğelencenin en zirvesine ulaştığımız zamanlardı küçüklük hallerimiz. Masumca, çocukça, saf ve de temiz...

"Hadi bul beni buldum seni. Sağım solum sobe saklanmayan ebe..."

Şimdi baktığımda, kaçıp saklandığım yer küçük bir dolap içi değildi bu defa. Kapaklarını örttüğüm dolabın içinde ki karanlıkta değildi şuan ki kaybolmuşluğum. Beni korkunun en masum hali olan kaygıdan bulup çıkartan biride gelmemişti yanıma.

Tek başıma kalmıştım, kaybolmuştum ve korkuyordum.

Peki ben nerde kaybolmuştum?

"Kuzum..." Ceylin, yattığım kanepe de yanıma gelerek koluma hafiften dokundu. "Ben büroya geçiyorum," dedi. Sarı saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Çelik mavisi gözlerinin üzerinde, beyaz gömleğine ve altında ki siyah kumaş pantolonuna uygun tonlarda hafif gölgeli bir makyaj yaparak, klasik bir kombin olmasına rağmen her zaman ki gibi muhteşem tarzını yine konuşturmayı kolayca başarmıştı. Çünkü bu kıza ne giyse yakışıyordu.

Benim ise üzerimde Ceylin'e ait pembe bir eşofman takımı vardı. Ve yattığım yerde tek başıma girdiğim depresyonun belirtilerini yüzümden okuyabilen arkadaşıma doğru baygın bakışlarımı çevirdiğimde, sesli olarak değil, donuk gözlerimi bir kez kırparak, "Tamam," dedim. Hemen peşinden derin bir iç çektim.

"Akşam görüşürüz kuzum," dedi. "Ben gelene kadar güzelce dinlen kendini toparla biraz." Tepkisiz kaldım. "Bu arada sabah ki konuşmamız yarım kaldı," dediğinde, tavrımda en ufak bir değişiklik dahi olmadı. "Bana ne söylersen söyle haklısın. Aptallık ettim, kendimi savunacak değilim." Güzel yüzünde kocaman bir gülümseme peyda oldu. "Ama gönlünü alacağım senin, merak etme. Zor olacak biliyorum, kök söktüreceksin kesin bana. Senin elinede, diline de düşen yandı, ama çıtımı bile çıkartmayacağım söz veriyorum."

Bundan sonrası için ilelebet yoksun olacağımı hissettiğim Ceylin'in neşeli hali, benim tepkisizliğime karşın çok geçmeden malup olarak yavaş yavaş kalesine geri çekildi. An itibariyle üzgün bakan çelik mavisi gözleriyle gitgide yüzüme doğru yaklaşmaya başladığında, parlatıcı sürdüğü dudaklarıyla yanağıma kondurduğu ufak bir öpücüğün ardından önce yanımdan, daha sonra salondan, ve hatta daha sonrasındaysa evden çıkıp gitti. Ve sessizlik kollarını kocaman bir kanat gibi açarak beni kucaklayıp üzerimi sıkı sıkı örttü.

Yan yattığım kanepe de bakışlarımı salonda gezdirdim. İşlevini amaçsızca gerçekleştiren gözlerim herşey de olduğu gibi, bunuda öylesine kayıtsızca yapıyordu. Beyaz lake televizyon ünitesini, üzerinde duran plazma televizyonu, krem rengi fonların altından sarkan düz beyaz tülleri, cama yakın duran tekli turuncu berjeri, geniş açık kahve tonlarında ki yemek masasını, ve masanın üzerinde duran içi boş olan vazoyu, kum rengi desenli kilimi, dahası, Ceylin'in en çok sevdiği şeylerden biri olan fazlaca aksesuar bulunan salonda gözlerim öylesine dolanıyordu.

"Demir ne yapıyor acaba?" İç çektim. "Nerde acaba şimdi?" Kısa biran sessiz kaldım. "Gerçi nerde olacak ki? İştedir kesin."

Düşünme sen bunları.

"Elimde değil ki."

Biliyorum ama...

İç sesim bile sustu. Anlaşılan o bile bir kaç saniye için karanlık köşesine çekilmeyi tercih etmişti.

RÜYA GİBİ BİR MASALWhere stories live. Discover now