Bölüm 8, Kısım 1

2.1K 216 173
                                    

  Harry, yolun son dönemecini geçerken koşusunu yavaşlattı. Sağında, Yasak Orman göz alabildiğine uzanıyordu. Solunda ise Hogwarts’ın görüntüsü ufuk çizgisine hakim bir konumdaydı. Ve tam önünde Kara Göl, bu manzarayı lekeleyen bir mürekkep birikintisini anımsatıyordu.

  Tepeye ulaşmak için kalan son birkaç metreyi yürürken elleri başının arkasında kenetlenmişti. Gözleri kapalı ve nefesi olabildiğince dingindi.

  Güneş henüz tepeleri aşıp kendini göstermemişti, ama ilk ışıkları gökyüzünü soluk griye çevirmeye başlamıştı. Biraz serin olsa da güzel bir sabahtı.

  Harry sabah esintiyle yüzeyinde hafif dalgalanmalar olan Kara Göl’e bir bakış attı.

  Sakin görünen yüzeyinin altında göründüğünden çok daha fazlası olduğunu biliyordu.

  Herkes Dev Kalamar’ın gölde yaşadığını bilirdi. Bazı öğrenciler eğer şanslı zamanlara denk gelirlerse, bulunması son derece zor olan deniz halkını yüzeye çıktıkları nadir zamanlarda görebilirlerdi.

  Harry ışığın ulaşmakta zorluk çektiği derin ve karanlık göle giren birkaç kişiden biriydi. Suyun ağırlığının kendisini aşağıya çektiği hatıraları zihninde hala capcanlıydı...

  Harry daha önce sudan hiç bu kadar çok korkmamıştı. Üç Büyücü Turnuvası’ndaki İkinci Görevi, boğulma rüyalarının bilinçaltına sızması için ürkütücü bir kapı aralamıştı. Hala o karanlıkta, gölün derinlerindeyken, Galsam Otu’nun etkisinin geçişiyle boğulmaya başladığı ve kimsenin onu kurtarmaya gelmediğini konu alan kabusların sayısı hiçte az değildi.

  Bu bir anlamda iyiydi ama. Onu rahatsız eden her zamanki iblisleriyle karşılaştırıldığında, boğulmak neredeyse tercih edilebilir bir eziyet türüydü.   

  Kalçasının üzerinde bir yer acıyla kasıldığında Harry kaşlarını çattı. Gözlerini önündeki muhteşem manzaradan çevirdi ve belli belirsiz ‘işaret’in olduğu yere doğru baktı. “Kapa çeneni.” Ne kadar saçma olduğunu bilse de, huysuz bir şekilde söylenmeden edememişti.

  İşaret gece boyunca rahat vermemiş, acı ve şefkate benzeyen bir sıcaklık hissi gibi iki ekstrem uçtaki deneyimleri yaşamasına sebep olmuştu. Harry, vücuduna sıcak bir bıçağın saplanması ve derisinin içinde yavaş yavaş döndürmesine benzeyen dayanılmaz acıyı anımsadığında gözlerini kapattı. Acı hissetmesi bir noktaya kadar anlaşılabilirdi, ama omurgası boyunca uğuldayan o şefkat hissi neyin nesiydi? Bunu bir türlü anlamlandıramıyordu.

  Bu hem rahatsız edici hem de ürkütücüydü. Çünkü, Harry bazen hiçbir şey yokmuş gibi tamamen iyi hissediyordu. Ama sonrasında birden işaret yanmaya başlıyor ve boğazından yükselen çığlığı güç bela engeller hale geliyordu.

  Neler olduğunu, başına niye böyle bir şeyin geldiğini anlamayı gerçekten istiyordu, ama daha öncesinde çaresizliğin insanları hangi noktalara sürüklediğini görmüştü. Bu yüzden, çaresizlerin o uzun kurban listesine adını yazdırmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Sadece sabırlı olmalı ve kendi hızıyla araştırmasına devam etmeliydi.

  Harry derin bir nefes aldıktan sonra kollarını yavaşça indirdi ve squat yapmak için pozisyon aldı. Güneş tam anlamıyla tepeye çıkmadan önce ortak salona varmış olması gerekiyordu, bu sefer dün olduğu gibi kahvaltıyı kaçırmak istemiyordu.

  Bugün okula dönüşünün ‘resmi olarak’ ilk günü olacaktı. Dünkü kaytarmada şansı yaver gitmişti, ama bu dersten ve ödevlerden kaçmasını devamlı hale getireceği anlamına gelmiyordu. Profesörlerin kendi durumuna olan sempatisini kaybetmemeliydi.

Sen Bana Aitsin (Ben de Sana) - Harry Potter/Tom RiddleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin