20

450 38 99
                                    

Taehyung'dan:

"Yemekte ne varmış?" Mutfaktan çıkan kokular evi sarmıştı. Tatlı bir çekimle herkesi mutfağa çağırıyordu. Jin ağabey heyecanla konuştuktan sonra kokunun çekimine kapılıp mutfağa dönerken gülümsedim. Yemeği çok sevdiğini zaten biliyordum ama bugün o kadar az yemişti ki gözlerinden geçen kızarmış tavukları sadece gözlerine baktığım zaman bile görebiliyorum.

Diğerleri de onun ardından mutfağa geçerken aklımdan Seul geçiyordu. Mutfakta olsaydı şimdiye çoktan cıvıltısı duyulurdu. Yemeği yaptıktan sonra hayvanlarla ilgilenmiş ve tabi ki sonra da duş için yukarı çıkmış olmalıydı. Acaba uyuyor muydu?

Üzerimdeki kıyafetlerden ve takılardan kurtulmak için merdivenlere yöneldim. Boynumdaki şey fazla rahatsızdı. Bir yandan ensemdeki düğmeyi açmaya çalışırken bir yandan da aklımdaki düşünceye gülümsüyordum. Seul'ün benim hakkımdaki şeyleri, v olduğumu bilerek söylediğini duyduğum andan itibaren kendime engel olamıyordum. Yorgunluktan bayılacak bir hale gelsem de ardından gülebiliyordum. Ağzından çıkan cümleleri bile isteye söylemişti. Ah. Bu kız ayarlarımla oynuyordu.

Gözlerimin içine bakarken 'Sen karşındaki kızın şansı olursun' dediği gerçeği kalbimin içinde tuhaf kıpırtıların oluşmasına sebep oluyordu. Benim hakkımdaki düşünceleri değişmeden önce ona 'senin şansın olma şansını bana verir misin?' demek istiyordum. Öyle çok istiyordum ki günlerdir aramızdaki konuşmayı bir şekilde oraya getirip duruyordum ama bir şekilde asla konuşmayı tamamlayamıyordum. Konuşmaya giremeden ya biri geliyordu ya da Seyeon denen çocuk arıyordu. Sahi ne çok arıyordu!. Nedense görücü meselesini çıkaran teyzeler değil de o çocuktu gibi hissediyordum. Sürekli görüşmek istiyordu. Ne zaman nasıl tanışmışlardı bilmiyordum ama o çocuk hakkında iyi şeyler hissetmiyordum.

Seul'ün işten ayrıldığı ilk gün, David gelmeden hemen önce o çocuğu net bir şekilde görmüştüm. Seul'e dokunduğu anda kafam atsa da yapabileceğim bir şey yoktu. En çok da bu dokunmuştu. Bir şey söylemeye hakkımın olmaması.

İlk gördüğüm zaman uzun olduğunu fark etsem de yüzünü görememiştim fakat çocuk oldukça da yakışıklıydı, bu daha çok canımı sıkıyordu. Çok hoş davranışları olduğunu da duymuştum Seul'den. Her yönden iyi olması benim sinirlerimi bozuyordu. İyi bir insan olması onu sevmemi gerektirmiyordu ama Seul için önemliydi. Bir şekilde ona hislerini söylerse Seul'ü hiç kazanamadan kaybedebilirdim.

Boynumdaki kolyeyi çıkarmayı beceremeyince vazgeçerek parmağımla kaşınan yeri kaşıdım. Sonra da dönüp gömleğimin üst düğmelerini açmaya başladım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Günlerdir diyemediğim şeyleri bir anda demem gerekiyordu. Hislerimi ifade etme konusunda çok da iyi değildim. Hayranlarıma olan aşkımı itiraf etmekle beni bu derece etkileyen bir kadına olan duygularımı açmak aynı şey değildi.

Odama doğru geçtiğim sırada duyduğum ses ile kaşlarımı çattım. Düğmelerimle uğraşmayı bırakıp adımlarımı hızlandırmıştım.

"Dur! Az evvel temizlik yaptım. Pis olmuşumdur!" Seul'ün sesi odamdan geliyordu. Peki kiminle konuşuyordu. Kaşlarım bilgim dahilinde olmadan çatılırken yavaşça aralık olan kapıyı açtım.

"Burada neler oluyor?"

Gözlerim yatağımın üzerine döndüğü zaman durdum. Seul yatağımın ayak ucunda yatıyordu. Peki neden yüzünü kapatmıştı? Yatağa yaklaşırken Yeontan'ı görünce gülümsedim. Anlaşılan oyun oynuyorlardı.

Uzanıp Yeontan'ı kucağıma aldım. Yaramazlık yapmaktan aldığı zevkten olsa gerekti ki Yeontan çok mutlu görünüyordu.

Göz ucuyla tekrar yatağa baktığım zaman kolları hala yüzüne kapalı halde bekleyen Seul'ü gördüm. Bakışlarımı kaçırmak istesem de yapamıyordum. Gözlerim bir şekilde onun yatağımda uzanan bedenine kayıyordu.

Redamancy ❦ KTHWhere stories live. Discover now