•~32~•

81 9 1
                                    

Her hoşçakalın ardından yeni bir güneş doğarmış. Güneş, yeni bir kentin, yeni bir şatosunun devasa pencerelerinden yansıyarak aydınlatırmış dünyayı. Her veda ediş yeni bir gündoğumu, her gündoğumu yeni bir kent demekmiş bu gezegende.

Bazı vedalar hüzünlü, bazılarıysa hissiz. Nasıl olursa olsun denize çıkan sokaklar gibi, gündoğumuna çıkıyor vedalar. Yine de sevemiyorum vedaları.

Ruhum için için ağlarken gün doğmuş ne çıkar?

Neyleyim gözyaşlarımı parlatan güneşi?

Fakat biliyorum, bir gün vedalar gündoğumuna çıkmaktan vazgeçecek. Gün doğmayacak ve sonsuza dek bizimle yas tutacak güneş.

Bir gün öyle bir an gelecek ki güneş son kez parlayacak ve hiçbirimiz bunun farkına varmadan kapayacağız gözlerimizi. Dudaklarımızda son bir kelime asılı kalacak çırpınan,

Hoşçakal...

Aynen bunları yazmıştım defterime, dün gibi aklımda. Lisenin ilk edebiyat dersiydi ve bir gün yeniden anımsayacağımdan habersiz bu kelimeler dökülmüştü kalemimden. O zamanlar kendimi bir Sabahattin Ali gibi hissetmiştim. Çünkü daha öncesinde hiç kalemi elime alıp da bir şeyler yazmayı denememiştim.

Ve şimdi Sabahattin Ali gibi hissetmemesem de içimden yineliyorum bu cümleleri. Akıl sağlığı yerinde olmayan bir adam size silah doğrultmuşsa çok da bir seçeneğiniz olmuyor aslında.

Bütün hayatımı, anılarımı, gülüşlerimi, ağlayışlarımı bir keseye dolduruyor, kısacık bir veda cümlesiyle kesenin ağzını büzüyorum. Hoşçakalın.

Evet, yalnızca bu kadar. Hoşçakalın.

Bir tek Eymen'e veda edemiyorum. Sesim titriyor, gözlerim yaşarıyor o kısacık bir kelimeyi içimden geçirene dek. Halbuki yalnızca zihnimde veda etmeliyim ona. Yapamıyorum. Olmuyor. Göz kapaklarımın ardında yüzünü düşledikçe yüreğim eziliyor.

Canımın canına nasıl veda ederim?

Silahla vurulmak daha önce hiç tatmadığım bir acı değil. Fakat bu seferki farklı. Kurtulabilmem neredeyse imkansız.

Sonra en beklemediğim şey oldu. Çetin bir çocuk şarkısı mırıldanıyordu. Titreyen göz kapaklarımı güçlükle açtığımda göz göze geldik ve daha yüksek sesle söylemeye başladı.

"Kırmızı balık dinle
Sakın yemi yeme
Balıkçı seni tutacak
Sepetine atacak
Kırmızı balık kaç kaç..."

Sustu. Ürkütücü bir bakışla gözlerimin içine bakarken sessizce yutkundum. Sonra silah ellerinin arasından kayıp yere düştü. Belli etmemeye çalışarak rahatlıkla derin bir nefes aldım.

"Kırmızı balık kaç kaç..." diye mırıldanmaya da devam ediyordu bir yandan. Devamlı aynı cümleyi, çok derin anlamlar barındırıyormuş gibi tekrarlıyordu. Belki de sahiden bir mesaj vermeye çalışıyordur diye kısa bir an tekrarladığı yeri düşündüm.

Kırmızı balık kimdi? Ben mi? Ben isem nasıl kaçacaktım ki elim kolum bağlı iken?

Kaçış yoktu. Burda ya ölecektim ya da ölecektim. Başka yol görünmüyordu. Yine de ufukta bir yerlerde küçük bir ışığın cılızca yanıp söndüğünü hissediyordum.

"Kırmızı balık kaç kaç..." dedi yeniden. Sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi başını hafifçe sağa eğip gözlerini kıstı. Kendi içinde düşüncelerini bir süre tarttı ve bir karara varmış olacak ki gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı.

Sen AğlamaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin