16: go ahead and cry little boy

76 8 6
                                    

flashback

"O ben değildim aptal... Başkasıyla öpüşen ben değildim."

Kanlı suratı ve acı dolu bedenine rağmen gülümsedi yerde yatan Jungkook. Kafasını Jimin'in minicik elleri arasında hafiften kıpırdattı ve kalkmaya yeltendi ancak vücudu fazlasıyla ağrıya sahipti.

"Canın çok mu yanıyor?" Jimin'in fısıltıyla sorduğu soruya karşılık olarak gözlerini kapatıp kafasını arkaya yasladı yerde yatan beden. Yine gözlerini açmadan mırıldandı. Bu sırada sesi fazlasıyla yorgun ve çatallıydı, tıpkı yeni uyanmışlığın sersemliği gibi.

"Sen değil miydin o?"

Nefesini yavaşça bırakarak güldü yerde diz çökmüş olan küçük beden. "Ben değildim tabii, neden düşünmeden hareket ediyorsun?"

Jungkook yavaşça araladı gözlerini ve kendisine incitmeye kıyamayan bakışlarla bakan gence baktı. Gözleri yoğun bir dalgınlığın habercisiyken mırıldandı. "Seni bir daha göremeyeceğimi sandım." Burukça tebessüm etti Jimin ve bir şey söylemeden Jungkook'un alnına düşen saçlarını geriye itikledi.

Bu sırada yanlarına Yoongi gelmişti. Onlar etraftaki şaşkın bakışların ve kalabalığın farkında bile değilken diğerleri karışıklığı düzeltemeye çalışıyordu. "Jimin, Jungkook'u buradan götürebilir misin? Ortamın yatışmasını sağlamalıyız."

Jimin karşısındakini dinledikten sonra bir süre boşluğu seyredip düşündü. Jungkook'u alıp onun evine götürmek ve onunla orada yalnız kalmak... Kulağa fazlasıyla yoğun gelen bir düşünceydi ancak yerdeki kana bulanmış surata sahip bedeni öylece bırakıp gidemeyeceğini biliyordu. "Götürürüm."

flashback ends

"Rahatsın değil mi? Ağırlığımı sana vermemeye çalışıyorum." Jungkook, beline sarılmış ince kolların sahibi olan turuncu saçlı gencin omzuna kolunu atmış, bedeni hafifçe ona yaslanmış bir şekilde yürüyordu. Parti evinden ayrılmışlardı ve sokak lambalarının aydınlattığı boş sokakta ikisi yalnız bir şekilde yürüyordu.

"Ağırlığını bana verebilirsin Jungkook, sorun değil. Canının fazlasıyla yandığına eminim."

Belinde hissettiği acıyla sessiz bir şekilde tıslamasına rağmen kapalı gözleri ve geriye attığı kafasıyla sırıttı Jungkook. Sarhoş bedeni bütün acıyı unutturuyor ve bütün dikkatini Jimin'in kendisiyle ilgilendiği gerçeğine verdirtiyordu.

Birbirine yaslanmış ve neredeyse bir bütün haline gelmiş olan iki beden dakikalarca süren sarsak adımlamaların sonunda nihayet Jungkook'un evine ulaşmıştı. Birlikte bahçenin tel kapısından geçtikten sonra dış kapıya geldiler.

"Anahtarını verir misin?"

Jimin kendisinden hayli uzun olan bedene kafasını geriye yaslayarak bakmıştı. Bu sırada uzun gencin kafasını öne eğmiş onu seyrettiğinden bir haberdi, bu sebeple ani bir şekilde göz göze gelmeleri onu sekteye uğratmıştı.

"Biliyor musun, tıpkı bunun gibi bir anı Taehyung ile yaşamıştık."

"Ne?"

Kaşlarını çattı Jimin. Gecenin bir yarısı kapıda duruyor ve neredeyse sarılır bir vaziyette sohbet ediyorlardı.

"Taehyung'u evine götürmüştüm ve ondan anahtarını istemiştim."

"Ne alaka şimdi Jungkook? Versene anahtarı."

Kendi kendine kahkaha atmıştı uzun beden. Kan dolu suratına rağmen eğleniyor olması fazlasıyla ironik görünüyordu. "Aynen böyle demiştim ve o da ayakkabılarıma kusmuştu. Merak etme, ben üzerine kusmam."

why'd you only call me when you're high • jikookWhere stories live. Discover now