4: we're not in that moment

107 14 21
                                    

Yorgunluk, bitkinlik ve tükenmek; bu üç kelime arasında bir yerlerde yuvarlanıyormuş gibi hissediyordu Jungkook. Bugün tek bir işe gitmişti ancak ona yetmiş ve artmıştı bile. İnşaatta çalışmak diğer hepsinden çok daha zordu, hele de hava normalin de üzerinde bir sıcaklıkta ise.

Hava kararmaya yüz tutmuş, gökyüzü pembeye boyanmıştı. Etrafta buram buram yaz kokusu vardı ancak Jungkook'un bundan keyif alacak hiç hali yoktu. Başını eğmiş yorgun adımlarla mahallede ilerliyordu.

Ortalık normale göre çok daha sesliydi. Etraf oldukça kalabalıktı ve insan sesleri hatta bağırış sesleri vardı. Merakına yenik düşüp nihayet kafasını kaldırınca az ilerde bir kavga olduğunu gördü Jungkook.

Yavaşça kaldırdığı kafasını aynı yavaşlıkta geri indirdi, her zamanki sıradan kavgalardı işte, umursamaya değmezdi. Hem zaten kavga kendi döneceği sokağından ileride kalıyordu, yolunun üzeri bile değildi.

Tam köşeyi dönmüştü ki duyduğu tanıdık sesle ani bir hareketle durup arkasına döndü.

"Öldün sen, pis herif!"

Kavgayı pür dikkat izlerken farkında olmadan kalabalığa doğru ilerlemeye başladı Jungkook. Gözünü almadan her hareketini takip ettiği Jimin, karşısındaki adamı neredeyse nefes almadan dövüyordu.

Yere yığılmış adam ne karşı geliyor ne de bir ses çıkarabiliyordu. Ancak Jimin duracak gibi değildi, hırsını bir türlü alamıyor, vurmayı kesmiyordu. Adamın kandan kıpkırmızı olmuş yüzüne yumruklarını geçirmeye devam ederken çevresindeki insanlar ise zevkle izliyor, tezahürat niyetine bağırıp duruyordu.

Jungkook ise Jimin'in durması gerektiğinin farkındaydı çünkü her ne kadar unutulmuş bir mahalle olsalar da burası polis kontrolü altındaydı, değil mi?

Düşünmeden kalabalıktan sıyrılıp ortadaki boşluğa attı kendisini. Sinirden deliye dönmüş bedeni omuzlarından tutup kolaylıkla geri çekti ancak elinden hızla kurtuldu Jimin ve kaldığı yerden devam etti.

Ancak Jungkook da pes etmedi ve tekrar yakaladı Jimin'i. Bu sefer daha sıkı tutuyor ve çırpınan bedeni zor da olsa zapt ediyordu.

"Bırak beni!"

"Dur, Jimin!"

"Bırak dedim, bıraksana!"

Kendisine arkası dönük bedeni tek hamlede çevirdi Jungkook, şimdi yüz yüzeydiler. Jimin burnundan soluyor ve Jungkook dışında her yere bakıyordu, aynı zamanda çırpınmaya da devam ediyordu.

Jungkook ise karşı karşıya gelmelerinin anlık heyecanıyla hemen dibindeki yüzün her bir noktasını inceledi bir süre. Ancak daha fazla uzatmadan sarstı Jimin'i.

"Sakin ol, Jimin. Adamı yeterince benzetmişsin zaten."

Nihayet Jungkook'la göz teması kurdu Jimin ancak gözlerinden nefret dışında hiçbir duygu okunmuyordu.

"Sanane, kendi işine baksana sen!"

"Polisler gelmek üzeredir, tekrar mı hapise girmek istiyorsun?"

Kollarını kurtarmaya çalıştı Jimin ancak yine ve yine başarısız olmuştu. Hem bu sebeple hem de etraftaki kalabalığın pür dikkat onları izlemesi sebebiyle yeterince gergindi.

"Seni ilgilendirmez diyorum! Siktir git başımdan!"

Jungkook'un da daha fazla sabrı kalmamıştı artık.

"Bağırıp durma, Jimin! Sinirinden deliye dönmüşsün, ne yaptığının farkında bile değilsin. Adam ölmüş bile olabilir."

Jungkook kesinlikle haklıydı, yerdeki beden hareket etmiyor kimse de kontrol etmeye tenezzül etmiyordu. Fakat Jungkook her ne kadar haklı olsa da Jimin onu pek dinliyor gibi değildi.

why'd you only call me when you're high • jikookWhere stories live. Discover now