Bölüm 12

2.1K 223 498
                                    


Zaman denilen şey bazen öyle bir hızla geçip gidiyordu ki, benim yaptığım tek şey peşinden şaşkınlıkla bakmaktan ibaret oluyordu. Bir aile olarak çoktan iki ayı devirmiştik. Şaka gibi bir hızla koskoca iki ay geçmişti, bu iki ayda çok şeye alışmıştık, Soo Jin'e bakmaya, beraber yaşamaya, iş konusunda birbirimizi kollamaya.

Minik bebeğimizin gözlerimizin önünde büyümesi bize eşsiz bir huzur veriyordu, kilo almıştı, minik dişleri çıkmıştı. Diş çıkartırken hastalanıp bize kabus dolu geceler yaşatsa da sonuç paha biçilemezdi. Onunla beraber biz de büyüdüğümüzü hissediyorduk. Soo Jin, Jimin ve beni de kendiyle beraber büyütmeyi başarmıştı. Bir yaşamın doğumundan itibaren yanında olmak, ona eşlik etmek eşsiz bir histi. Ebeveynlerin çocuklarının üstüne neden bu denli düştüklerini şimdi çok daha iyi anlayabiliyordum. Ona en küçük bir şey olsa benim dünyam da onunla beraber dururdu.

Bu iki ayı bir şekilde beraber atlatmayı başarsak da son zamanlarda daha çok yalnız başıma savaşıyor gibiydim. Jimin şu sıralar aşırı derecede yoğundu, çalışma hayatına büyük bir hızla geri dönmüştü. Yönetmenlerin peşinde sürekli koşması, setlerden çoğu zaman ayrılamaması bizi de ayrı düşürmüştü. En azından onun hayallerine kavuşabilmesini istiyordum, ben yapamasam da onun hayallerine kavuşup, arkadaşı için harika bir filmin yönetmenliğini yapmasını deli gibi istiyordum. Bu nedenle haftanın büyük bir bölümünde kızımıza ben bakıyordum.

Bugün de evde vakit geçirmeyi planlasam da işler istediğim gibi gitmemiş, stüdyoda bir kaç işim çıkmıştı. Soo Jin'e bakması için Jimin'i aradığımdaysa çekimde olduğundan dolayı anında beni reddetmek zorunda kalmıştı. Ben de çare olarak minik kızımı kanguru denilen şey yardımıyla, önüme asmış stüdyoya getirmiştim. Buraya gelene kadar bir çok insanın saçma sapan bakışlarına mahsur kalmıştık, neye bakıyorlardı anlamıyordum ki, çok mu garip bir durumdu?

Stüdyomun uzun zamandır açmadığım kapısını açarken bir yandan da gevşeyen askıyı düzeltmeye çalısıyordum, bu şey hiç rahat değildi, sanki sırt çantamı önüme asmış gibi hissediyordum, ya da dokuz aylık bir hamile gibi.

Daha şimdiden nefes nefese kalmış bedenimi sandalyeye atarken bu fikrin hiç de mantıklı olmadığını anlamıştım. Sessiz odada bile bir şeyler bestelemek yeteri kadar zorken, bir de kucağımda Soo Jin'le odaklanmam imkansızdı. Daha şimdiden meraklı bakışlarını ekipmanlarıma dikmiş, onlarla oynama hayalleri kuruyor gibiydi.

Daha fazla oyalanmadan işimi bitirmek amacıyla düzenlemem gereken ritmi bilgisayarın hoparlöründen açmış, doğru notayı bulmak adına ellerimi önümdeki klavyede gezdirmeye başlamıştım.
Daha bir kaç dakika bile geçmeden yaptığım ritim minik bir parmak tarafından bozulmuştu. Bebeklerin bu zamanları keşfetmekten ibaret olduğu için minik elleri klavyemde gelişi güzel bir şekilde dolanıyor, anında dikkatimi dağıtıyordu.

Minik ellerini klavyemden çekmeye çalısırken "Kızım bir dakika ama, babana bir dakikacık versen yetecek. Söz dinlersen eve geçmeden biraz parka uğrayabiliriz." diye söylenmeye başlamıştım. Kucağımdaki beden beni ne kadar anlıyor bilemiyordum ama alttan çıkan minik dişiyle bana gülümsemesi bir şeyler anladığına işaretti.

Beste işinde başarılı olamayacağımı anladığımda bu sefer de söz yazmak amacıyla karalama defterimi önüme almıştım ama o da çok geçmeden yaramaz kızım yüzünden yeri boylamıştı.

Yere düşen defteri önümdeki kanguru yüzünden eğilip alamazken, sabrım tükenmiş, neredeyse ağlayacak kıvama gelmiştim. "Yok, bu böyle olmayacak. Yardım almamız lazım Soo Jin." Kendi kendime konuşmam fazla komik gözükse de hoşuma gidiyordu, hem minik kızımın beni anladığını hissediyordum.

IDYLLIC // yoonminWhere stories live. Discover now