Bölüm 13- Thalia

131 10 33
                                    

 Asansörün kapıları açıldığında Percy dışarı ilk çıkan oldu ve Olimpos’a ilk kez gelmiş olan melezleri dışarı yönlendirdi.

 Melezler ve Avcılar sıkış tepiş asansörden çıkıp yolda dizildiler ve Thalia yanında Nico’yu sürükleyerek öne çıktı. Homurdanarak peşinden gelen kuzeni kolunu kurtarmaya çalışmadı bile, ki bu da ona bu işin hiçbir şekilde şaka olmadığını iyice anlatır nitelikteydi.

 Üçü de yan yana durunca Percy bir adım öne çıktı ve boğazını temizledi. “Selam, millet. Sizin de bildiğiniz gibi, birkaç gün önce ölümlüler kampımıza saldırdı, birçoğumuzu öldürdü ve siz hariç herkesi de esir aldı. Onlara ne olduğunu bilmiyoruz-”

 “Ama öğreneceğiz,” dedi on üç yaşlarında bir oğlan. “Böyle demişlerdi.”

 “Kim dedi?” diye sordu Percy ve cevap beklemeden devam etti. “Sizlerin kendi çabalarınızla keşfetmeniz mümkün. İsterseniz yapabilirsiniz, ne de olsa bundan başka tek yapabileceğiniz burada öylece oturmak ve birinin gelip işinizi bitirmesini beklemek!”

 Önlerindeki topluluktan öfkeli çığlıklar, küfürler ve tehditler yükseldi. Thalia gerilimin arttığını hissetti, adeta babası şimşeğini havada savurmuş gibiydi.

 Percy gürültüyü bastırmak için bağırarak “Tamam, sessiz olun! Sessiz olun!” dedi ve nihayet grup sakinleşti. Percy herkese sessiz olmaları için bir bakış atıp devam etti: “Bilmiyor olabileceğiniz gibi de, Triumvirate, evet şu Apollon’un yendiğini sandığı, ölümlüleri bize karşı kışkırtıp bütün bunlara yol açtı, tanrıları da ölümlülere dönüştürdü.”

 Percy bu cümleden sonra sustu. Herkes nefesini tutmuş gibiydi; kimseden çıt çıkmıyordu. Thalia hepsinin gözlerinin sonuna kadar açılmış olduğunu fark etti- bu habere inanmakta epey güçlük çekiyorlardı.

 Onların korktuklarını da görebiliyordu. Tanrıları basit ölümlülere çevirebilecek olan bir güce sahip üç kaçık imparator, kim bilir ele geçirse onlara ne yapardı. Ve tabii... çoktan ele geçirdikleri de vardı. Dostları. Kardeşleri. Aileleri.

 Thaila gözyaşlarıyla savaştı. Bir yanı kollarını Percy ve Nico’ya dolamak, yüzünü omuzlarına gömmek ve hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu ama bunu yapamazdı. O, Artemis’in teğmeniydi; ayrıca buradaki çocukların çoğu için bir örnek oluşturduğunun da farkındaydı. O çökecek olursa, diğerlerinin hali ne olacaktı?

 On beş yaşlarında sarışın bir kız öne çıkıp bağırmaya başladı. “Ama Apollon onları yok etti, Will, Nico ve Rachel de buna tanık olmuşlardı! Nasıl geri dönebilirler ki?!”

 Bunun üzerine herkes tekrar bir karmaşaya sürüklendi. Kimileri onların herkesten güçlü olduğunu iddia ediyor ve bu grup ikiye ayrılıyordu: onlara katılmak isteyenler ve saklanma taraftarı olanlar. Diğerleri ise onların bir şekilde tekrar yenilebileceğini söyleyerek etraflarındakileri sakinleştirmeye çabalıyorlardı.

 Nico öne çıktı ve kükredi: “Biz burada herkese güvenlik sağlamaya çalışıyoruz, siz de tutmuş o hortlak imparatorların tarafına geçmekten bahsediyorsunuz!” Elini kolunu öfkeyle sallayarak kendisi ve Percy’nin etrafında turlamaya başladı. “Ceza Tarlaları’nı hak ediyorsunuz!”

 Herkes panikle geri çekildi. Hades’in oğulları zaten hep ürkütücü olurlardı, ama Nico sık sık aralarına karıştığı için insanlar onun gücüne tanık olmuşlardı. Neler yapabildiğini biliyorlardı ve kimse onu kızdırmayı göze alamıyordu. Bir an Thalia küçük kuzeniyle gurur duymaktan kendini alamadı.

 “Tamam, Nico,” dedi Will Solace öne çıkarak. Pek çok kız kardeşi gibi Thalia da erkeklerden hiç hazzetmezdi -onlara abartılı bir nefret duymasa da- ama Will saygı gösterilecek bir oğlandı. Thalia onun Nico’yu düşürdüğü komik ve utanç verici (onun açısından) olaylara da ayrıca bayıldığından, Apollon’un oğlu ‘kabul edilebilir’ sınıfta yer almaya hak kazanmıştı.

 “Merak etme, kimse onlara katılmayacak. Öyle değil mi arkadaşlar-” Will sözünü keserek arkasında kalan melezlere ters ters baktı ve “Evet”, “Asla olmayacak”, “Rüyalarında görürler” mırıltıları anında havayı doldurdu.

 “Görüyorum ki,” dedi Percy hafif bir kıkırtıyla çoğu kişiyi yerinden sıçratarak, “Will bizim yokluğumuzda sizi iyi kollayacak. Ama herkesten önce siz kendinizden mesulsünüz- yoksa yitip gidersiniz.”

 Sözlerinin istediği etkiyi yaratıp yaratmadığından emin olmak istercesine etrafına bakınıp devam etti: “Bizler, yani ben, Thalia ve Nico; Demeter’in kızı Meg McCaffrey’i Kaliforniya’dan alacağız ve bir plan yapacağız. Ya da hazırda olanı gözden geçireceğiz, diyelim.”

 Tekrar susmuştu. “Bakın, kimse tanrıların harika yöneticiler olduğunu söyleyemez- deli olmak bile yeterli değil ve bizler bunun en canlı kanıtlarıyız, ama onların ölü imparator eskilerinden iyi oldukları kesin. Hem başa birileri geçmek zorunda mı? Bizim yapmamız gereken şey, onların gücünü ellerinden almak.”

 “Peki bunu nasıl yapacağız?” diye sordu bir Avcı Percy nefes almak için durduğu anda.

 “Gayet basit; onlara hakimiyet sağlayan her neyse, o şeyi yok edeceğiz ya da kaçıracağız. Her halükarda, onların kontrolü altından çıkartmamız gerekiyor. Ben insanları her şekilde kandırabilirler diyorum ama...”

 “Tanrıları nasıl devre dışı bıraktılar?” diye tamamladı biri. Thalia ona baktığı anda kim olduğunu anladı: Athena’nın oğlu Malcolm Pace’ti. Her zamanki Athena çocukları.

 “Evet, sorun da bu. Tanrıların gitmesi değil yani, bunu yapabilecek gücü nereden buldukları. Aralarına casus yerleştirmeliyiz diye düşünüyorum, tabii gönüllü birileri varsa. Casuslarımızın görevi onların güvenlerini kazanmak-” lafını bitiremeden herkes homurdanmaya ve bariz gerçek karşısında homurdanmaya başlayınca sesi arada yitip gitti.

 “Sessiz olun! Ne diyordum? Ha, onların güvenini kazanmak ve bu güç kaynağını bulmak. Bu sayede nasıl çalacağımıza dair bir plan da yapabiliriz.”

 “Birileri çalmak mı dedi?” O sinir bozucu Hermes veletlerinden Connor Stoll öne adım attı ve sırıtarak parmaklarını çıtlattı.

 “Kesinlikle, Connor. Ama iş o raddeye varınca ilk seçimlerimden biri sen olacaksın, buna emin olabilirsin.” Percy sırıtınca, Thalia bir an onun eski haline döndüğünü düşündü: mutlu, şapşal, umursamaz çocukluk hali. Ama sonra kuzeninin yüzü sertleşti ve tamamen dışa kapandı.

 “Pekala,” dedi Percy derin bir nefes alarak. “Bizler Kaliforniya’ya Meg’i almaya gideceğiz. Siz de buraya göz kulak olun ama yakalanmayın. Olimpos’a daha geleceklerini sanmıyorum, buradaki işleri bitti çünkü.”

 “Geri gelebilirler,” dedi Nico. “Nero tam bir kaçıktır, eserinin sonuçlarını görmek isteyebilir. Ya da ne bileyim, buraya yerleşmek isteyebilir.”

 “Anladım. Ama siz yine de burada kalın. Şehirde sizi yakalayıp hapsederler, buraya gelme ihtimalleri daha düşük en azından.”

 Melezlerden onaylayan mırıltılar yükseldi. Herkes vedalaştı ve Thalia kendini sıradan, ‘ödünç’ bir arabanın yolcu koltuğunda buldu. Nico arkada çantalarıyla birlikte yayılmıştı ve Percy de kılık değiştirme amaçlı bir güneş gözlüğü takıp direksiyona geçmişti.

 Aslında onun düşündüğünden daha olaysız çıkmışlardı (her ne kadar Avcılar isyan etse de), Will melezlerin başındaydı ve Thalia da Avcılardan birini onların yöneticisi yapmıştı. Birbirlerinden ayrılmayacaklarına söz verdirmişlerdi ve yola koyulmuşlardı.

 Thalia kuzenlerine baktı. Onları seviyordu ama dünyanın sonuna yolculuk yapmak istese ilk seçeceği kişiler onlar olmazdı. Yine de, şimdi onlarla beraber bir arabaya tıkılmış Palm Springs’e gidiyordu, oraya varınca da... eh, planlarını uygulamaya koyacaklardı. Tanrıların peşine düşüp onları güvenli bir yere çekecek ve ahmak imparatorları öldürmenin, bu sefer gerçekten öldürmenin bir yolunu arayacaklardı.

 İçini çekti. Kendini her zaman çözülmesi imkansız sorunların ortasında buluyor gibiydi. Eh, o da her zaman yaptığı şeyi yapacak, sorun gidene kadar uğraşacaktı.

 O bir melezdi. Onların hayatı öyleydi.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 20, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Triumvirate İsyanıWhere stories live. Discover now