1. BÖLÜM: asık suratlı kız

733 32 16
                                    

California'nın lanet pazartesilerinden biriydi. Saat sabahın 6 buçuğuydu fakat buna rağmen hava yumurtayı 5 dakikada omlet haline getirecek sıcaklıktaydı. Ve bu da yetmiyormuş gibi dört duvar arasına 40 tane angusla beraber hapsedilmiştim. Hem de ölmeyi unutmuş coğrafya öğretmenimiz eşliğinde! Bence bu bile intihar etmek için yeterli bir sebep.

Güneş adını verdikleri lanet olasıca yıldızdan, okul diye nitelendirdikleri siktimin hapishanesinden, coğrafya işkencesinden, büyükannemden bile yaşlı coğrafya öğretmenimden,şu an aynı havayı soluduğum hödüklerden, ailemden ve California'nın tamamından nefret ediyorum.

Hayatımdaki çoğu şeyden nefret ediyorum.

Sevdiğim şeyse kalemim ve müziğim.

Platolar, ovalar zerre kadar ilgimi çekmiyor. Zamanımı yapmaktan hoşlandığım şeyleri yaparak geçirmek istiyorum. Zaman paradan daha değerlidir çünkü.

Hoca tahtaya platoları karalarken, ben de o sırada slayer'ın black magic şarkısı eşliğinde "kanlı melek" adlı çizimimi yapiyordum.

Tam kızın dağınık saçlarını ve yandan görünen narin vücudunun detaylarını çizerken , birden sırtımda bir ürperti hissettim. Biri bana mı seslendi?

Hızla kulaklığımı kulağımdan çekip hocanın yüzüne dik dik baktım:

-söyle bakalım Obsidian, şuan hangi konudayız?

Tahtanın en üstünde büyük harflerle konunun başlığı yazıyordu, hocaya çaktırmadan başlığı okudum:

-konumuz , plato dağılımının bölgedeki etkisi, değil mi?

Hocanın ağzı açık kalmıştı:

-Aferin Obsidian, A+

İçimden kıs kıs güldüm bu hoca tahmin ettiğimden de bunak çıktı.

Aslında ders notlarım oldukça iyidir. Fakat coğrafya dersini cidden sevmiyorum.

Yerime oturur oturmaz kulaklıkları yeniden kulağıma taktım ve şaheserime geri döndüm.

Dersler umduğumdan da çabuk geçmişti, akrep ile yelkovan birbirlerini kovalamıştı adeta.sevdiğim veya önem verdiğim dersleri dinlemiş, boş geçen derslerde de kitap okumuş, resim çizmiş, metal dinlemiş veya telefonumdan tumblr'a girmiştim.

İnsanlardan nefret ettiğim için fazla bir arkadaş çevrem yok , güneş ve yapmacık suratlardan nefret ettiğim için de okul çıkışı hiçbir aktiviteye katılmam.

Genellikle okulumun sidik rengi kapısından çıktığım an evin yolunu tutarım, fakat nadiren, ev yolundayken tek dostum Harry ile karşılaşırsam beraber takılırız. Benim kadar karanlık bir zihni olmasına rağmen , beni güldürebilen tek insandır.

İşte bugün yine o nadir günlerden biriydi:

-Ivyyy, heeeeey, baksana arkana öküz.

-*kıkırdayarak kafamı arkaya çevirdim* yine ne oldu Harry Potter?

-Hıh, ben en azından ünlü biriyim, sense mandayla öküzün çiftleşmesinden meydana gelen bi melezsin.

-ilkokul seviyesi biyolojisiyle hava atmaya çalışan egoist, sen kimle boy ölçüşüyorsun he? Olum beni biyoloji hocası bile tebrik etti lan, daha ne!

-bana egoist diyene de bakın. Neyse, hayat nasıl?

-her zamanki lanet.

-aynen. Ulan varya, hayatımda kimseye sana davrandığım gibi değilim biliyor musun? Sende öyle misin?

-Uyan da balığa gidelim Potterhead. Sence çok sıcakkanlı biri gibi mi görünüyorum?

-ya ben?

Yavaş yavaş yürürken bir anda durdum, yanındayken karşısına geçtim ve televizyondaki moda jurisi idasıyla onu süzdüm. Simsiyah emo saçları ve gökyüzü mavisi gözleriyle olağanüstü yakışıklıydı. Üstünde cep düğmeleri zımbalı, aralarına çengelli iğne geçirilmiş siyah bir ceket, içinde Slipknot tişörtü, ellerinde siyah parmaklari açık eldirvenler,altında dar paça kirli gri yırtık kot pantolon ve ayakkabı olarak da siyah converseler vardı.

-hımm, eğer benden yaşça küçük olmasan senle çıkardım.

-*gözlerini devirdi* Ivy senden sadece 1 yaş küçüğüm. Duyan da beni ilkokul veledi sanacak, tanrım.

-oo, harry? Tanrıya ne ara inanmaya başladın.

-*yüzü kızardı* şey, ben ateistim, ama din de çok mantıksız gelmiyor bana. Tamam hristiyanlık tamamen batmış ama yani bilemiyorum. Sanırım benim iki dünyada da yerim yok.

-hristiyanlık şeytanlarla kafayı bozmuş bir din.

-kesinlikle. Ivy, evine geldik.
Ne çabuk? Diye düşünmeden edemedim.

-Tamam o zaman, hoşçakal

Yolun sol tarafındaki koyu gri evin siyah kapısına iyice yaklaştım, kapıya atkamı dönüp Harry'e beceriksizce el salladıktan sonra tekrar kapıya döndüm.

Çantamdan ters haç işaretli anahtarımı çıkarıp kapıyı sağa doğru çevirdim.

Evim evim, karanlık evim. Bu evin içi sadece önümü görmeme yetecek kadar ışık yansıtıyordu.

Her ne kadar Harry'leyken dünyanın en mutlu genç kızı gibi gözüksem de, ruhum üzgün, öfkeli ve uyuşmuştu. Kapıdan içeri girdiğimde beni karşılayan aynadaki somurtkan aksimi süzdüm.

Minyon tipli, uyuşuk koyu kahve gözlü, süt beyazı tenli, ödünç aldığım siyah rujum, üstüme iki beden büyük siyah hırkam, slayer tişörtüm, yırtık ve çengelli iğneli siyah kotum ve uzun siyah çizmelerimle, emo saçlı asık suratlı bir kız vardı karşımda. Ben böyleydim, kimseyle konuşmayan, insanlardan uzak durmayı seven soğuk bir tip. Ama neden Harry'nin yanındayken bambaşka biri gibi davranıyorum? Onu kandırıyormuş gibi hissediyorum, çünkü ona sandığı kadar değer vermiyorum. Tamam, o benim tek dostum, ama bu benim ona kendimden çok deger vereceğim anlamına gelmez. Hiçkimseye güvenmiyorum ve hiçkimseyi sevmiyorum, onlar da beni sevmiyorlar. Hah, çok da umrumdaymış gibi.

Gotik tarzdaki yatak odama geçtim, bir mum yaktım ve şaheserimi bitirme yoluna koyuldum. Resim cizmek beynimdeki bütün dertleri unutturuyordu.

Ta ki gecenin 10 unda kapı sesi duyana kadar. Bütün dünyam altüst olmuştu, zile basanın kim olduğunu biliyordum.

Kapıyı açtığımda tam da beklediğim bir görüntüyle karşılaştım. Babam yine alkolü fazla kacırmıştı, dengede durabilmek icin iki eliyle kapı kenarlarına tutunuyordu. Yüzünde aptal bir sırıtış vardı.

Hep yaptığım şeyi yaptım; hızla odama girip kapıyı üstüme kilitledim.

Ondan utanıyorum. Çok fazla alkol ve uyuşturucu tüketiyor. Sanki hayatı benimkinden daha kötü olabilirmiş gibi. Boşversene! Ondan da nefret ediyorum. Hatta özellikle ondan.

Yatağıma uzandım, telefonumu yatağımın kenarına koydum, kulaklıkları takıp Metallica'nın Nothing Else Matters şarkısıno dinlemeye başladım.

Uyuyakalmıştım.

Manson'un Kızı Where stories live. Discover now