24. Bölüm - Vuslat

19.7K 1K 26
                                    


Kulağımdan zihnime dolan anlamsız birkaç makine sesiyle kendime geldiğimi fark ettim. Ne kadardır kendimde olmadığımı bilmeyerek ne olduğunu anlamaya çalıştım. Hastanede olduğumu kokan antiseptik yemin edercesine anlamıştım. Göz kapaklarımı açıp etrafa baktığımda sağ elimi hafif hafif okşayan kafasını elime doğru eğmiş olduğunu gördüm Cihangir'in. Gözlerim dolarken tahminimden uzun süre baygın kaldığımı düşündüm. Uyandığımı fark etmesi için elimi oynattığımda gözleri hemen gözlerimle buluştu. 

Hemen başıma öpücüklerini koyarken "Umay, öldüm yemin ederim gelene kadar öldüm." Kelimelerinde hissettirdiği acı ile kuruyan boğazım daha da kurumuştu. Su diyerek su vermesini istedim. Su içtikten sonra bıraktığı gibi eline tekrardan tutundum. "Ben sensiz ölüyorum zaten. Hiçbir şey umurumda değil." Gözlerimi ondan çekip tavana odaklayarak baktım. "Galiba DNA dedikleri şey bu. Annem gibiyim senin ne yaptığın umurumda değil. Bu suçsa bile kabul ediyorum." Alnıma öpücük bırakıp "Üç aydır nefes aldığımı hissedemiyorum. Kaç kere gelmek istedim kaç defa yoldan döndüm inanamazsın. Sen gel demeden gelmedim sevgilim." Hafifçe dudakları kıvrıldığında "Yemin ederim çağırdığında ilk başına bir şey geldi zannettim. Sonra sarhoş olduğunu düşündüm." Bende tebessüm ederek, "Hiç içmiyorum ki geldiğimden beri. Bu acı, sensizlik sarhoş olmakla geçecek gibi değil." Sesindeki acıyla Cihangir, "Biliyorum, bahsetti Faruk, hiç şarkı da söylemiyormuşsun." Gözlerim tekrar dolarken "Beni dinleyecek sevgilim yanımda değil ki." İçeri giren doktora yaklaşan Cihangir'in üzerini yeni fark etmiştim. Onu ilk defa bu kadar salaş görmüştüm. Kırışmış takımı, dağılmış saçları ve üstten dört düğmesi açık gömleği ile dağınık ama hala çok yakışıklıydı. 

Doktorun söylediklerine kendimi vermeye çalıştığımda "sinir krizi" dediğini duydum. Doktor gittikten sonra Cihangir "Artık üzülmek yok küçük hanım. Bak sinirlerin nasıl yıpranmış." Çocuk gibi kafamı aşağı yukarı salladım. Serumum bittiğinde hastaneden taburcu olmuştum. Cihangir halim olmadığını anlayarak kucağına almıştı. Koşulsuz teslim olmuştum. Benim arabam yerine Cihangir'in yine savaşa gider gibi yanında gelen adamları ile arabasına yöneldi.

Kafamı göğsüne yaslayarak yolculuk yaparken nereye gittiğimizi sormadım bile. Büyük ihtimal evi vardı. Bir süre babamların da evinin olduğu Kent'e geldik. Şık bahçelerin ve büyük evlerin olduğu yapıların birinin kapısında araç durdu. Ağır demir kapılar açıldıktan sonra araç bir süre daha ilerledi. Arabanın kapısı açıldığında kendim yürüyebilecek kadar iyi hissediyordum ama Cihangir'e yakın olmak daha güzel hissettiriyordu. Beni tekrardan eve taşımasına hiç ses etmedim. Yanımızda Akif'te benim çantamı taşıyordu. Ev eski bir yapıydı. Şık sütunları olan girişine doğru hızlı merdivenleri çıktı Cihangir Kapı çalınmadan açılınca Cihangir tahminimce yatak odasına götürürken beni, salona hızlıca bir bakış atabildim. Lüks ve koyu renk mobilyalar ile döşenmişti. Üst katta bir odaya girdiğimizde buranın da Cihangir'in odası olduğunu anladım. Koyu yeşil koltuk takımı şöminenin önüne yerleştirilmiş, siyah yatak örtüsü serili ahşap tahmini antika yatak, aynı takım komidinler ile ağır ama çık bir odaydı. Duvarların rengine bakarken şöminenin üstünde eski evinde gördüğüm posterimin farklı bir çekimini gördüm. Kendi fotoğrafıma bakarken kıkırdayarak "Fotoğraflarımın bir adamın odasında asılacağını hiç düşünmemiştim." Cihangir yatağa beni bırakırken "Umarım o yatak odası tek benim odamdır." Sesindeki kıskançlık ile keyfim daha bir yerine gelmişti. Ceketini çıkarıp yanıma bana doğru dönerek uzandı. "Sana böyle bakarken sen hariç her şey o kadar önemsiz ki. Seni sevmek intihar gibi sevmemek de elde değil." Elimle yanağını okşadım. "Aşk, bu dünyada en güzel sen de duruyor sanki. Sen beni sevmezken ben, ben değilmişim Cihangir." Birbirimize ne kadar baktığımızı bilmiyorum ama en son üzerime örttüğünü hatırlıyorum.

Sabah sonbahara inat bir güneşle açtım gözlerimi. Yatağın yanına elimi attığımda boştu, bir anda yaşananların hayal olduğunu düşünerek odayı gözlerimle taradım. Burası benim odam değildi o zaman yaşananlar hayalde değildi. Cihangir'i alt katta bir görevli ile konuşurken buldum. "Dediğim gibi kapalı kıyafet aldın değil mi?" "Evet efendim hiç merak etmeyin." Gözlerimi devirerek odaya geri döndüm. Büyük ihtimal bana kıyafet aldırmıştı ve sözde hiç kıskanç olmayan adam kapalı kıyafet üzerine özellikle durmuştu. Banyo olduğunu düşündüğüm ilk kapıyı açtığımda aynı İstanbul'daki evinde olduğu gibi düzen ve intizam içinde giyinme odasını gördüm. Biraz odada dolaşıp kokusunu içme çektikten sonra banyoya girip uzun ve bol şampuanlı duş aldım. Bornoz ve havluyla içeri girdiğimde kapı çalındı. İçeri girmesini söylediğimde ellilerinin başlarında İngiliz olduğu belli olan kadın elinde paketlerle "Günaydınlar Hanımefendi, beyefendi giyinmeniz için kıyafet gönderdi." Kadının elinden kısa bir teşekkürle kıyafetleri aldım. Kadın "Hanımefendi, salonda kahvaltı hazır. Beyefendi sizi masada beklediğini iletmemi istedi." Kadın odadan çıktıktan sonra kıyafetleri yatağa bıraktım. Gerçekten kıyafetler gayet mütevaziydi. Siyah kloş deri uzun etek, oversize kazak ve beyaz spor ayakkabıyı aldığımda, gucci yeşil çantaya gülerek baktım. Başka bir pakette iç çamaşırlarını alırken, bu paketi görevli kadınlara hazırlattıkları bariz ortadaydı. Gözüme bile bakmalarına izin vermediği adamları kim bana iç çamaşırı almak kim. Üzerimi değiştirip çantadaki eşyaları yeni çantama koydum. 

Yanımdaki ürünlerle hafif bir makyaj yapıp, etiketini söktüğüm krem kabanımı da alıp odadan çıktım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yanımdaki ürünlerle hafif bir makyaj yapıp, etiketini söktüğüm krem kabanımı da alıp odadan çıktım. Alt katta yemek masasında tabletini inceleyen Cihangir beni gördüğünde sandalyesinden kalktı. Alnımdan öptükten sonra, "Sevgilim çok güzel görünüyorsun." Gülerek, "Umarım istediğin kadar kapalı alınmıştır kıyafetler, Hı." İlk kaşları çatılıp sonra çarpık bir gülüş attı. "Kapı dinlemek de yetenekleriniz arasında mı güzel dahi?" Masaya doğru yürürken gülerek "Kulaklarım hassas bir kere." Sonra banyoda aklıma gelen şeyi sordum. "Seni apar toplar çağırmam sorun oldu mu?" "Hayır ama Alparslan ile bu sabah görüşecektik açıklarken açıkçası biraz sıkıntı yaşadım." Ailem aklıma gelince, içim sızladı. "İkinci döneme dersim kalmadı. Dönmek istiyorum ailemi özledim." "Bu dönem ne zaman bitiyor peki?" Biraz düşündükten sonra noel tatilinden önce sınavları veririm. Biz diğer bölümlere göre jüriye girdiğimiz için yılbaşında evde olabiliriz." Kafasını olumlu anlamda sallayarak "Peki seni birkaç günlüğüne kaçırsam?" Dediğine yükselirken balon gibi sönmek zorunda kaldım. "Maalesef iki gün sonra jürilerim başlıyor. Bugün boşum sadece." Düşünceli bir şekilde kahvesini yudumlayıp, "Bugün birlikte geçirelim bende gece döneyim. Sınavların bitince gelirim, hem birkaç gün vakit geçiririz hem de İstanbul'a birlikte döneriz." "Birlikte mi?" Elimi tuttu, "böyle el ele ne dersin?" Kahvaltıdan sonra benim rehberliğimde Londra turu yapmıştık. Cihangir'in de benim gibi küçükken Sherlock Holmes hayranı olması ile daha bir heyecanlanmış ve film platosuna götürmüştüm. 

Akşam yemeğinden sonra onun tüm ısrarlarına rağmen havalimanına kadar gelmiş ve yolcu etmiştim. Rauf ile arabaya yürürken bana ilk defa düşüncelerini söylemiştim. "Efendim üç aydır ilk defa bugün güldünüz." Ona bakarak tebessüm etmiş, "Değil mi Rauf, hayatım bir adamın hayatına bağlı ve ben bundan zerre rahatsız değilim. Boşuna dememişler aşk deliliktir diye." Kapımı açarken Rauf cümleme karşılık gülümseyerek "Cihangir Bey de delinin delisi bence." Gülerek kafamı sallamış ve arabaya binmiştim. Eve geldiğimde sınavların bir an önce bitmesini için dua ederek yatağımda üç aydır dünü saymazsak ilk defa kesintisiz uykuya daldım. 

Güzel DehaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin